5 Haziran 2014 Perşembe

Dünyadan katılım deneyimleri



Dünyadan katılım deneyimleri

Kabaca bir kentin, bir belediyenin ya da herhangi bir idarenin bütçesinin bir kısmının ya da tamamının planlamasının ve yönetiminin doğrudan halk tarafından gerçekleştirilmesine “katılımcı bütçe” deniyor. Şu ana kadar farklı ölçekteki yönetimlerin bütçelerinin % 1'inden % 30'una varan oranlardaki dilimleri katılımcı bütçeye tabi kılındı. Bu türden bir özyönetim deneyiminin gerçekleşmesi için katılım mekanizmasının demokratikleşmesi elzem. Klasik ve başarılı uygulamalara göre önce mahalle mahalle, sokak sokak yapılan forumlarla ihtiyaçlar belirleniyor. Sonra her mahalle ya da sokağın delegeleri seçiliyor. Bu delegeler talepleri belediye teknisyenleriyle beraber bir plan dahilinde kağıda döküyor. İdeal haliyle belediye yetkililerinin fikir beyan etme ve oy hakkı bulunmuyor. Halk talebini planlamak ve teknik detayları çözmekle mesuller. Ardından bu planlar tekrar mahallelere götürülüyor ve oylanıyor.

Dünya’da yanşamış olan katılım deneyimlerinin en çok bilineni Porto Alegre katılımcı bütçe deneyimi. Porto Alegre’de katılımcı bütçenin geçmişi 1970’lerden gelen politik kültüre dayanıyor. 1983 yılında Porto Alegre’de öncelikle mahalle meclisleri kurularak katılımcı demokrasiye evrilecek çalışmalar yapılmaya başlandı. Kent mücadelelerinin örgütlenmesi de mahalle meclislerinde gerçekleşti. Brezilya’da demokratikleşmeye dair adımlar atılmaya devam ederken 1988’de federal anayasaya geçildi. İşçi Partisi’nin belediye başkan adayı Olivio Dutra 1988’de demokratikleşme talebinin yanı sıra yerel bütçede ve yerel ekonomide unutulmuş ve marjinalize edilmiş kesime ayrıcalık tanınmasını istedi ve 1989’da katılımcı bütçenin gerçekleştirilmesine dair çalışmalar başlatıldı. Ancak, kaynakların hakça kullanılması ve eşit dağılımı düşüncesinden nüvelenen katılımcı bütçe, zamanla bu anlamından soyutlanarak teknik bir içerikle yüklendi.

Katılımcı bütçe uygulaması Porto Alegre’de başlamış olsa da kısa sürede uygulanma alanı diğer eyaletleri de kapsayacak şekilde genişledi. Katılımcı bütçe yalnızca İşçi Partisi tarafından değil aynı zamanda merkez sağın iktidarda olduğu eyaletlerde de benimsendi. 2003’teki verilere bakıldığında, İşçi Partisi’nin iktidarda olduğu 73 belediyede katılımcı bütçe uygulanırken, merkez sağın iktidarda olduğu 67 belediyede de katılımcı bütçe uygulamasına geçilmiş olduğu görülüyor.

Hindistan'ın güneybatı eyaleti Kerala'daki katılımcı planlama-bütçe pratikleri de bahsedilmesi gereken bir örnek. Avrupa'daki birçok geleneksel sol-sosyalist parti gibi Marxist Hindistan Komünist Partisi de son 20 senede hızla sınıf temelli siyasetten uzaklaştı, ekolojik tahribatın öncüsü haline geldi. Bunun sonucunda da tabanını hızla kaybetti. Kerala da bu süreçte kaybettiği eyaletlerden biri. Ancak özellikle 1980'lerin ikinci yarısında Kerala Eyaleti'nde hayata geçirdiği Yeni Demokratik Girişimler Kampanyası ile bir anlamda katılımcı planlamaya da ön ayak oldu. Bu kampanya sırasında okuma-yazma oranı yüzde yüze yaklaştırdı, orman ve yakacak kullanımı konusunda ekolojik bilinç arttı, bilimsel düşünce atölyeleri hayata geçti. Akabinde 1996 Kerala'da katılımcı bütçe süreci başladı. Bugün 1215 köy-yerel yönetim toplanan konseylerle yoksulluğun azaltılmasından hayvancılığa, kadın ve çocuk sağlığından su kaynaklarının idaresine kadar 12 başlıkta komiteler kuruyor, örgütlenme devam ediyor. İlkin küçük yerel seçim birimlerinde herkesin katılımına açık toplantılarla o bölgenin ihtiyaçları belirleniyor. Ardından yerel yönetim birimlerinin organize ettiği, seçilmişler, halk temsilcileri, teknikerlerin katıldığı toplantılarda eldeki imkanlarla ihtiyaçların nasıl ve ne kadarının karşılanabileceği analiz ediliyor ve 1215 bölge için birer Gelişim Raporu kaleme alınıyor. Sonraki aşamada raporda yer alan ve sıralaması yerel konseyler tarafından belirlenen ihtiyaçlar projelendiriliyor. Ve nihayetinde projeler eyalet yönetiminin Bölgesel Planlama Komitesi'nin teknik testine tabi tutulduktan sonra uygulamaya başlanıyor. Uygulama da yerel konseylerin tam denetimine açık.  

BM’in ve OECD’nin raporlarında da yer almaya başlayan katılımcı bütçe bu uluslararası kurumlarca da benimsenerek birçok ülke tarafından uygulanmaya başlandı. Katılımcı bütçenin ideolojik bir zeminin olmayışı Dünya Bankasının eş başkanı olan (şehir plancısı) Victor Vergara tarafından takdir toplarken, Vergara bu yeni yönetim anlayışını “olumlu ve yenilikçi yönetişim modellerinden biri” ve “karar alma mekanizması” olarak tanımladı.[1]

1994’te Avrupa’da ilk kez İtalya’da, Grottamare Belediyesince ve 1996’da İngiltere’de Salford Belediyesince uygulanırken, 1998’de Almanya’da Mönchweiller Belediyesi tarafından katılımcı bütçe uygulamasına geçildi. 2001 Dünya Sosyal Forumu’nun da Porto Alegre’de yapılmasıyla beraber, Poto Alegre deneyimi daha da fazla görünür hale geldi ve katılımcı bütçe uygulaması birçok ülke tarafından benimsendi.

Fransa ve Almanya’daki katılımcı bütçe uygulamalarında karar mekanizması yine yerel yönetimlerken, halka sadece yatırımların nereye yapılması ve hizmetlerin nasıl sunulması gerektiği sorulur ve bu kalemler üzerine düşünceleri öğrenilir. Diğer bir deyişle katılımcı bütçe, hizmetlerin icra edilmesinde bir nevi danışman kurul görevi görerek, aracı kurum niteliği taşır. İngiltere’deki Bradford örneğinde ise, katılımcı bütçe, çevre, kültür ve sosyal hizmetlerle ilgili proje ve yatırımlara kaynak aktarımı sağlamak üzere kullanılıyor.[2]

Yerel Yönetim Reformu kapsamında 2007’de Çanakkale, Uşak, Elazığ, Tepebaşı (Eskişehir), Zonguldak, Akyaka (Muğla), Erzincan Belediyeleri katılımcı bütçe için pilot belediyeler olarak belirlendi. Bu kapsamda Çanakkale’de katılımcı bütçeye yönelik bir uygulama gerçekleştirildi. Çanakkale’deki uygulamada, İngiltere’deki yaklaşım takip edildi. Bu nedenle, Çanakkale’de de, katılımcı bütçenin politik anlamından ziyade teknik içeriği ve sistematik yaklaşımı benimsendi.

“Katılımın artması ve sürecin sahiplenmesinin temel nedeni yönetim ve vatandaş arasında talep ve arz ilişkisinin yatırım ve hizmet bazlı kurulmasıdır. Mahalleli tercihlerinin yatırım ve hizmetlere dönüştüğünü gördükçe sürecin içinde kalmakta ve çıkarlarını daha aktif olarak savunmaktadır.”[3] TEPAV’ın raporunda ve örneklerde de görüldüğü üzere, esas olan katılımın içeriği değil, katılımın sembolik de olsa gerçekleşmesi ve mevcut yerel yönetimlerin hanesine artı olarak yazılması. Artık müşteri olarak tanımlanan yurttaşların, yerel hizmetlerin ancak gerçekleştirilme şekline müdahalesinin mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Katılımcı bütçeyle, belediyelerin sunduğu hizmetlerin adil ve eşit dağılımı sorunsallaştırılmıyor ve bu sorunun üstü suni katılım mecralarıyla örtülüyor.

Çanakkale’deki uygulamada katılımcı bütçe belediyenin farklı organlarınca ve kent konseyinin de desteğiyle, kurum içi katılım da gerçekleştirilerek yönetildi. Bunun sonucu olarak hangi hizmete para yatırılması gerektiği mahallelere koyulan sandıklar aracılığıyla halk tarafından belirlendi, ancak halk hizmetlerin içeriğine müdahale edemedi, sadece hizmetlerin önceliğini belediyenin sunduğu kalemler arasından seçebildi.

Diğer bir deyişle, liberal demokrasinin temel esaslarından biri haline gelen katılımcı bütçe, devrimci bir içeriğe sahip değil ve mevcuttaki yerel yönetim anlayışını koruyarak daha da güçlenmesine hizmet ediyor.  Elbette tek bir çivi ile ev yapılamıyor. Katılımcı bütçe özyönetime dayalı bir demokratik toplum için uygulanabilecek onlarca stratejiden sadece birisi. Ayrıca her maç gibi bütçe mücadelesi de rakiple oynanıyor. Dünya Bankası ve BM gibi kurumlar onu “temsili demokrasi” sınırları içinde yeniden tasarlayarak içini boşaltmaya çalışıyor. Hükümetler toplumsal hareketleri memurlaştırarak sağaltmaya ve bürokratikleştirmeye çalışıyor. İktidarlar meseleyi sadece tüketimin paylaşımına indirgeyerek özyönetim tartışmalarına sınır getirmeye uğraşıyor. Yine de unutmayalım, çivi doğru kullanıldığında sıkı bir araçtır.     



Dünyadan Konut ve Yerel Yönetim Politikaları Örnekleri

New York’ta kira denetimi
New York’ta toplam konut stoğunun %68’i kiralık (a). Tüm kiracıların ortak şikayetiyse kiraların yüksekliği: kiracıların üçte biri gelirinin en azından yarısını, beşte biri de gelirinin %80’ini kiraya harcıyor! (b-c). Üstelik şehirde - özellikle yeni soylulaşan Brooklyn mahallelerinde - kiralar durmaksızın yükseliyor, çamaşırhaneler ve hırdavatçıların yerini şık kahveciler ve tasarım dükkanları alıyor. 1800’lerden itibaren siyahların yaşadığı, Spike Lee’nin filmleriyle tanınan Bedford-Stuyvesant mahallesi en hızlı soylulaşan mahallelerden, geçen yıldan bu yana ortalama kira %16 arttı. (d)

Kiralık konutların yarısı denetleniyor
Bu koşullara rağmen şehirde hala yalnızca zenginler yaşamıyorsa sebebi II. Dünya Savaşı’ndan sonra başlatılan kira denetimi uygulaması. Liberal ekonomistlerin tüm eleştirilerine rağmen, kapitalizmin beşiği New York’taki kiralık konut stoğununun yarısı hala kira denetimine tabi! 2011'de şehirdeki toplam kiralık ünitelerin %47'si kira denetimindeydi, bunların çoğu da - yaklaşık 1 milyon daire - ‘kira dengelemesi’ (‘rent stabilization’) adı verilen sisteme tabi.

Kira dengelemesi şöyle işliyor: Bina 1974’ten önce inşa edildiyse ve içinde 6’dan çok daire varsa genellikle bu sisteme dahil oluyor. Kirası dengelenen dairelerin yıllık kira artışına bir kurul (RGB:Rent Guidelines Board) karar veriyor. Ev sahibinin kiracıyı tahliye etmesi çok zor ve kiracı konutu eşine veya çekirdek ailesine devredebiliyor. Hatta kiracı 62 yaşın üstünde veya engelliyse, ev sahibi kendi oturmak için bile kiracısını çıkartamıyor! Bu konutlardan birini boş bulmak her New Yorklu’nun hayali - denetime tabi konutlarda yaşayanların üçte biri 20 senedir aynı dairede ve muhtemelen de yerinden çıkmayı düşünmüyor.

Piyasa kirasının üçte biri
Soylulaşmış mahallelerde bu konutlarda yaşayanlar, piyasa kiralarının 2’de biri, hatta 3’te biri kira ödeyebiliyor. 2011'de, New York’un göbeğinde kirası dengelenmiş bir daire, piyasa fiyatındaki bir daireden ortalama 1.245 dolar daha ucuzdu. Şehrin en pahalı bölgelerinden Upper East Side’da piyasa koşullarında ortanca (medyan) kira 2.850 dolarken dengelenmiş kira 1.585 dolara düşüyor, yine en popüler mahallelerden Lower East Side'da piyasa kirasi 2.680 dolarken dengelenmis kira 1.205 dolar. (e)

Kirası denetlenen konutlarda yaşamak için bir gelir üst limiti var ama bu oldukça yüksek. Manhattan’da ortalama gelir 2012’de 100.000 dolardı, kira denetimi için üst limit ise 175.000 dolar (*f). Yani şansı yaver giden zengin bir bankacı da bu konutlardan birine denk gelebilir...  Sistem bu yüzden eleştiriliyor olsa da eldeki veriler konutların çoğunlukla uzun yıllardır aynı mahallede yaşayan düşük-orta gelirli yaşlılar ve azınlıklar tarafından kullanıldığını gösteriyor: Manhattan’daki kirası dengelenen konutların yarısından fazlasında siyahlar yaşıyor -denetlenmeyenlerde bu oran %27 (*e)- ayrıca konutların neredeyse dörtte birinde emekliler kalıyor.

Kiraları denetleyen kurulda bir başkan, iki kiracı temsilcisi, iki mal sahibi temsilcisi, iki de 'halk temsilcisi' var. Süresi tamamlanan kurul üyelerini belediye başkanı atıyor, Bloomberg yıllarında bu kurul kiraları sürekli artırma yönünde karar aldı. Yıllık kirası 2 bin 500 doları geçen daireler otomatik olarak denetimden çıkıyor, dolayısıyla kurul her kira artışı kararı verdiğinde daha çok daire sistemden çıkıyor. 80’lerden beri denetlenen daire sayısında %15’lik düşüş yaşanmış. New York’un yeni seçilen Demokrat belediye başkanı Bill de Blasio, düşük gelir gruplarının konut sıkıntısını seçim kampanyasının odağına yerleştirmişti ve denetime tabi kira stokunu artıracağını vaat etti. Blasio kurulun kira artışını bir yıllığına dondurmasını savunuyor - bu 44 yıldır olmayan bir şey! En son 2013’te kurul bir senelik kontratlarda kira artışını %4 olarak belirlemişti.

Binanı kendin yenile, kiracını da koru!
Amerika’da hem eski binaların sağlıklı ve yaşanılabilir hale getirilmesi, hem de ucuz kiralık daire stokunu koruyabilmek için örnek alınabilecek bir uygulama var (Multi-Family Improvement Programs). Washington D.C. ve Maine gibi eyaletlerde uygulanıyor. Çok sayıda ailenin yaşadığı, sağlıklılaştırılması gereken binaların yenilenmesi için düşük faizli veya faizsiz (Örneğin Maine’de 20 sene vadeli, maksimum 15 bin dolarlık) kredi sağlanıyor. Bu kapsamda lüks hiçbir harcama yapılamıyor, binanın ısı yalıtımı, imar yönetmeliğine uygun hale getirilmesi (bizde bu güçlendirme olabilir örneğin, veya Tarlabaşı gibi tarihi binaların bulunduğu yerlerde restorasyon) için kullanılabiliyor. Bunun karşılığında beş sene boyunca binadaki daireler kira denetimine tabi tutuluyor, yalnızca bölgedeki ortanca gelirin en fazla %80’i kadar kazanan - yani düşük gelirli - ailelere kiralanabiliyor. (g)

Latin Amerika

Kentsel kamu politikası, toplumsal adalet ve yurttaşlık tahayyülünü yeniden bir araya getirmeyi amaçlayan halk hareketleri ve toplumcu belediye başkanları son zamanlarda Latin Amerika’da sayısız değişime imza atıyor. Kolombiya’nın Bogota şehrinin eski belediye başkanının Japonların sekiz şeritli 35 kilometrelik otoyol önerisini reddederek yayalar ve bisikletliler için tasarlanan Juan Amarillo Yeşilyolu’nu yaptırması bunlara ilk örnek. Yoksul mahalleler ile kent merkezini birbirine bağlayan bu yeşil aks boyunca nitelikli kamusal alanlar yaratılırken, otoyol bütçesinden artan para ile 50 yeni okul, 3 kütüphane ve toplum merkezleri inşa edildi. Gecekonduların merkeze ulaşımını kolaylaştıran teleferik, yürüyen merdiven ve metrobüs hatları inşa edildi ve en önemlilerinden biri olarak da doğrudan demokrasiyi mümkün kılan katılımcı bütçe uygulaması başlatıldı.

Dominik Cumhuriyeti’nin başkenti Santo Domingo’da 2000’lerin başında kurulan sivil toplum kuruluşları ve uluslararası ağlarla mahalleler arası ilişkiler kuvvetlendiriliyor, Alternatif Şehir Platformu kuruluyor ve kolektif bir çalışma ile kent ve kır toprağına erişimi düzenlemek ve hukuki güvenceye kavuşturmak için bir yasa teklifi hazırlayıp ulusal bir kampanya organize ediliyor. Konut hakkı, sıfır tahliye ve kent hakkı tartışmalarını politikaya dönüştürmeyi amaçlayan oluşumlar bu tartışmaları kamusal taleplere dönüştürüyor.

Brezilya’nın Porto Alegre kentinde başlayan katılımcı bütçe çalışmaları kent hakkının hayata geçirilmesinde önemli rol oynamış ve başta Latin Amerika ülkelerinde olmak üzere birçok yerel yönetime örnek oldu. Vatandaşların temel ihtiyaçları bu yolla karşılanırken, kararlara doğrudan katılım saylanırken temsili demokrasinin eksikleri giderildi.

Venezüella’nın başkenti Caracas’ta ise kent toprağı komiteleri ile anayasal değişiklikler yapıldı; gecekondu alanları yasal güvenceye alındı ve kent toprağı düzenlendi. Son 10 yılda 500binden fazla konut güvence altına alındı. Kiracılar ve evsiz gençlerin kentin atıl kalmış alanlarını ve boş binalarını işgal ederek oralarda yaşamaya başlamaları ilk olarak devrim içinde devrim olarak görülse de, deneyimlenen karar alma mekanizması ile neoliberal demokrasi krizi aşılmış, demokrasinin mekanla bağı kurulmuştur.

İpotek Mağdurları Platformu (PAH)

2009 yılında Barcelona'da kurulan İpotek Mağdurları Platformu (PAH) önceleri mahalle ve kent mücadelesinden gelen bir avuç insandan oluşuyordu. Üstelik hiçbirinin ipotekli evi yoktu, zira bankalarla mortgage kredisi ilişkisine girmeyi siyaseten doğru bulmuyorlardı. Ancak aslında kredi genişlemesine dayanan emlak spekülasyonundan oluşan “İspanya Modeli”nin çöktüğünü ve insanların çığ gibi yerinden edileceğini öngörüyorlardı. Nitekim krizin keskinleştiği 2008 yılını takip eden üç senede sırf Katalonya'da yaklaşık 50 bin aile kredi borçlarını ödeyemediği için tahliye tehlikesi ile yüzleşti.
PAH bir sene boyunca ipotekli insanlara ve ailelere derdini tam anlatamadı. Mücadelede ilk eşiğin atlandığı an kendilerinden yardım isteyen bir mağdurun evini kuşatarak, borçlunun bankaca tahliye edilmesini engellemek oldu. Bu eylemin videosunun yayılmasından sonra PAH'ın haftalık buluşmalarına yüzlerce mağdur katılmaya başladı.
2011'deki Öfkeliler ayaklanması ile PAH'ın gerek meşruiyeti gerekse hacmi çığ gibi büyüdü. Ayaklanmanın da büyük katkısıyla İspanya'da 160 kadar PAH merkezi açıldı.
Hukuki danışmanlık dışında, meşru ancak hukukun sınırındaki-dışındaki eylemleri geniş kitlelerce benimsendi. Artık sadece tahliyeleri durduramıyorlar. Yeri geldiğinde bankaların atıl bıraktığı binaları işgal ederek buraları sosyal merkez haline getiriyorlar. Dahası emlak spekülasyonun ve oynak kredi anlaşmalarının baş sorumluları olan yerel banka (CAİXA) ofislerini işgal edip, o bankaya borçlu insanların borçları konusunda pazarlık yapıyorlar. Böylece ailelerin büyük çoğunluğunun borçları siliniyor, gelirlerinin yüzde 30'unu aşmayan kiralarla konutlarda kalmaya devam ediyorlar.
Öfkeliler ayaklanmasının da tetiklemesiyle büyüyen PAH, İspanya'da 500 bin imza toplandığı takdirde Kongre'ye yasa teklifi sunma hakkını veren yasadan da faydalanarak hazırladığı bir imza teklifini parlamentoya taşıdı. Yasa adına milyonlarca kişi sokağa döküldü. Yasa ilkin evine ipotek gelen ailelerin borçlarının silinmesini (zira mevcut yasaya göre evinize el konsa bile yüklü bir faiz borçu yükümlülüğünüz devam ediyor) talep ediyor. İkinci talep tüm tahliyelerin durdurulması. Üçüncüsü ise bankalara aktarılan sermayenin sosyal konut amaçlı kullanılması ve insanların gelirlerinin makul bir miktarı ile mülkiyet ilişkisine girmeden barınma hakkına sahip olmaları.
PAH ilk kurulduğunda ipotek mağduru aileleri savunmak hedefi vardı. Şimdi geldiğimiz durumda ise konut politikasına etki edecek kadar genişlemiş bir perspektif ve güçlenmiş bir hareketten bahsetmemiz mümkün. Tıpkı İndignados (öfkeliler) ayaklanmasının PAH gibi bir hareketi yükselttiği gibi Gezi direnişi de mücadele pratiklerimizde bir sıçrayışa yol açtı. Buna bazı örnekler; park forumları, işgal evleri, Kazova işgal fabrikası örnekleri.
Bu yüzden temsili demokrasinin sınırlarının giderek daha fazla idrak edildiği bir dönemde ve yerel seçimlerin yaklaştığı bu günlerde, kentlerde, yerelde verilen mücadelelerin ve kazanımların yakın tarihine bakmakta fayda olduğunu düşünüyoruz. Bu, bir anlamda bir başlangıç. Bir anlamada ise çeşitli alanlarda örgütlenmiş ve uzun zamandır mücadele veren toplumsal hareketlerin aslında ismini koymadan hatlarını ortaya çıkardıkları bir (parti olmayan) programın ilkelerini şekillendirmek açısından da faydalı.      

Bir mahalledeki insanların kurduğu daha sonra yayılan bir hareket mi PAH yoksa daha örgütlü bir hareketin kurduğu bir hareket miydi?
2007’de İspanya’da emlak krizi patladığında, Türkiye’den biraz farklı orada daha büyük bir krizdi. 3,5 milyon boş ev vardı o sırada ve 3 milyon aile de ev sorunuyla yüzleşiyordu. İkincisi her şey borçlanma üzerinden yürüyordu. Türkiye’de ev kredileri 70-80 milyarı yeni aştı, orada trilyonlarla ifade edilen bir pazardı. PAH’ın ilk kurucularının hiç biri ipotek sorunu olan insanlar değil. İpoteğe ve ev almaya karşılar zaten. Kamunun bu işi sosyal biçimde çözmesi gerektiğini düşünüyorlar. Kriz başladığında, evler satılamıyor, borçlar ödenemiyor ve zincirleme bir şekilde büyüyecek kriz diyorlar. İlk kurulduğunda 15-20 kişiler. Hepsi de sol mahalle hareketlerinden geliyor. Bir iki sene çok kimse dinlemiyor. 2009’a kadar. Ekonomi böyle gitmez ev üzerinden gitmez, borçlarınız oynak yarın artacak bu borçlar diyorlardı. Angaje sol küçük bir grup tarafından başlatılmış ama krizden sonra büyümüş bir hareket. Büyüme doğrudan eylemlerden çıkıyor. İlk eylemleri bir banliyöde birisi bu grubu arıyor. Benim evim boşaltılıyor, nereye gideceğim belli değil. PAH’da biz bu süreyi uzatırız zaman kazanırız diyor. 30-40 kişi adamın evine gidiyorlar. Banka görevlisini kovalıyorlar ve dolayısıyla evden çıkartılmıyor adam. Birkaç ay erteleniyor. Bunu duyunca başka insanlar katılıyor. Birden toplantılarda 100- 200 kişi olmaya başlıyorlar. Bu toplantılara katılanlar sıradan ipoteği olan kişiler. Önemli olan bir şey var iki ipoteği olana destek olmuyorlar. Emlak spekülasyonu için ev sahibi olan kişilere yardım etmiyorlar. İspanya’da emeklilik çok kötü, emekli kesim alıyor ikinci evini. Hiçbir zaman emekli olmayacak çok insan var. Tek evi olana yardım ederiz, geri kalan da internet sitemizde hukuksal belgeler var onlar da oradan yararlanabilir diyorlar. 2010’larda yükseliyor ve evlerin boşaltılmasını engelleyerek. 15M hareketiyle birlikte de bütün ülkeye yayılıyor. 2 milyon imza toplayabiliyorlar mesela iki haftada. İspanya’da bir yasa var 500.000 imza toplayarak siyasi parti olmasan da yasal teklifi verebiliyorsun kongreye. Hareket sürekli biçim değiştiriyor. Önce küçük bir grup sonra mağdur aileler. Sonra mağdur aileler barınma haktır, pazarda yer alamaz demeye başlıyor orta sınıf İspanyollar. Bu ispanya için önemli bir şey çünkü 1950’lerden beri mülkiyet kutsal bir şey olarak desteklenmiş bir şey. Hareketin de safhaları var İlk safha eylemci küçük grup, sonra borçluların katılımı. Borçlular da değişiyor bu arada. 10-15 tane işgal evi var ispanya’da bu eski işgal evlerinden değil, bankaların el koyduğu evleri “obra social” sosyal sorumluluk projesi diyerek alay ediyorlar. Oraları işgal ediyorlar buraları sosyal merkez vs. gibi kullanıyorlar. Bir de banka işgal ediyorlar. Diyorlar ki bu kişinin geliri şu kadar evine el koymuşsun. Piyasada da satamıyorsun, söylediğin rakamlar uçuk. Ayrıca evine el koyulan kişi borcunun geri kalanını ödemek zorunda. Evi gitmiş daha hala borç ödüyor. Bankayı işgal ediyorlar, memurlar falan kaçmak zorunda kalıyor. küçük bir banka şubesini 500- 1000 kişi işgal ediyorlar. Yetkili arıyorlar bir iki gün sürüyor o. Yetkiliyle görüşünce evin borç durumu, borç silinecek, gelir belli en fazla %30 verilebilir diye. 10binlerce sorunu çözdüler aslında. Yasa tasarısı da diyor ki bankalara yardım etmeyin, batacak bankalar batsın, bankalara vereceğiniz para sosyal konuta gitsin. Bu sosyal konut da mülkiyet üzerinden gitmesin, gelirlerin %10-15i gibi bir şeye denk gelen bir ücret alınabilir. Tartışmalar var, 28 sene ile sonsuz kullanım hakkı arasında değişen. 28 sende bir değerlendirelim o evde yaşacak mı gibi.
2011’den sonra da öfkeliler hareketiyle genişledi. 160 tane kasam ve şehirde var. Siyaset mi diye sorduğunda; İspanya’da siyaset farklı bir şey. Soruyorum partilerle çalışıyor musunuz diye? Partilerle çalışmayız diyorlar. Çünkü orada sosyalist partisi çok kötü durumda ve %2, %3 oy alan doğru düzgün bir sol parti falan da yok. O da bir sorun yaratıyor tabi. Bir parti üyesi olabilirsin ama o kimlikle PAH toplantısına gelemiyor. Sonra da benim kafamda şöyle bir sorun çıkıyor. Barınmayla ilgilenen bir hak örgütüne takılmış oluyorlar. Bir yerden sonra o sorun çözüldüğü zaman örgütü lav mı edeceksin? Neye çevireceksin? Onu da sordum ama biz partileri sevmiyoruz diyorlar o kadar. 
Bence de burada emek başka bir sorun vs.
İspanya’da bölgesel mi? Katalan bölgelerde var. Mortgage krizinin çok olduğu yerlerde daha kuvvetli. Endülüs’te, Madrid’de var ama Katalonya’da başlıyor. Çünkü Katalonya’da barınma örgütleri çok kuvvetli, en çok en çok ipotekli evin olduğu en çok emlak spekülasyonunun olduğu yer. İkisi bir araya gelince oradan başlıyor. Ama statik sadece barınma hakkı olarak da değerlendirilecek bir şey değil çünkü normalde sadece ev koruma üzerine kurulmuşken şimdi yasa tasarısında barınma hakkını, sosyal konutu da söylemeye başlamış. Sosyal konut deyince sosyal su, sosyal belediyecilik olmuyor mu denebilir. Buradan gelişebilir ama şu anda çok yoğun olduklarından belki de sadece konutla ilgileniyorlar. Daha programlı bir siyaset yok ama değişebilir.
Biraz Gezi gibi yönlenmiş sanki siyasi bir şey yok ama sorun üzerinden örgütleniyor.
Bildiğimiz anlamda örgütlü bir siyasi yapı tarafından ortaya çıkmamış, toplumsal hareketler dediğimiz bir örgütlülük. Başlangıç açısından benziyor Gezi’ye.
Bizim aldığımız örneklerin peksinin sorunları var, tek başına ele almamak lazım. Çokça eleştirilmesi gereken bir yanı var. Bir de zaten hepsi devrimi yapmamış henüz. Kapitalist sistem içerisinde yürümekte olan örnekler. Önemli olan bir modeli ortaya koyması. Birbiriyle olan ilişkilerini de düşünmek lazım. Diğer örneklere de geçelim ve onlar üzerinden de düşünelim. Çeşitli alanlarda çalışma yapan farklı modeller var, bunların entegrasyonunu sağlayabilir miyiz? Bütünlüklü sorusu var ortada.
Bir de çözüm de olmaya da bilir. Bir araya getirsen de nihai sonuca varamayabilirsin. Kesin cevapları yok o yüzden bu tartışmanın.
Pah örneği gezi sonrasında yaşanabilme olasılığı olan, bezer bir ayaklanma sonrasında güçlenen bir yapı.

Barınma- MOİ Kooperatifi (Kiracılar ve İşgalciler Hareketi)

Arjantin'de 1977-1983 cunta rejiminin yıkılmasına yakın, 1970'lerde Uruguay'da başlayan özyönetim deneyimlerinden etkilenen MOİ (Kiracılar ve İşgalciler Hareketi) kurulur. Amaç cuntanın şehir merkezinden dışarı sürüklediği ve evsiz kalan yaklaşık 200 bin emekçinin tekrar işgal ettiği merkezdeki evleri koordine etmektir. MOİ işgal edilen-geri alınan evleri uzun yıllardır kimi zaman devletin ve kimi zaman da mülk sahiplerinin tahliye girişimlerine karşı destekliyor, çeşitli işgal evleri arasında örgütleyici bir ağ işlevi görüyor. Örgütlenme ufuklarının özeti ise “işgal evleri deneyimi üzerine kurulu özyönetime ve kolektif mülkiyete dayalı toplumsal konut ve çevre üretmek”.

1994'teki anayasal düzenleme ile Buenos Aires bölgesi otonomiye dönüşüyor, arından 1996 yılında  haklar bakımından ilerici bir anayasaya sahip oluyor. Böylece MOİ ve diğer örgütler pratikteki özyönetim deneyimlerini hukuki altyapıya tercüme etme fırsatı buluyor. Aynı yıllarda MOİ ekonomik ve örgütsel yapısı güçlendirmek için muhalif sendika konfederasyonu CTA'ya katılıyor. 2000 yılındaki büyük krizin gölgesinde Kent Meclisi'nden geçen 341 nolu özyönetim yasası ve onu takip eden iki yasa ile Konut Enstitüsü (IVC) kuruluyor. Enstitünün görevi özyönetim örgütlerine hukuksal, finansal ve teknik destek vermek.
MOi’nin yaptığı önemli işlerden birisi El Molino kooperatifi. MOI 2003 yılında bu durumdan faydalanarak “El Molino”yu almak için kredi başvurusunda bulunuyor. El Molino (değirmen) kent merkezinde yer alan, soylulaştırmanın adım adım üstüne doğru geldiği, orta-alt sınıf ve tarihi Constitucion mahallesindeki bir un fabrikası. MOİ'nin örgütlediği El Molino ise bir kooperatifler ağı. Bünyesinde inşaat, konut ve teknik idare kooperatifleri bulunuyor. An itibarı ile atölye, kütüphane ve kreş de içeren 100 konutluk yaşam alanı inşaatı devam ediyor.
Konut kooperatifine önce en zor durumdaki ailelerden başlayarak üye alınıyor. Aileler, inşaat sırasında işgal evlerinde yaşayarak öz örgütlenmenin her safhasını deneyimleme ve içselleştirme fırsatı buluyor. Projede mutfağın nerede olacağından estetik düzenlemelere kadar yaşam alanı ile ilgili tüm kararlar müşterek alınıyor.


Afetlere karşı alınacak önemler

Validebağ Gönüllüleri Mahalle Deprem Çalışması Röportajı
Validebağ gönüllülerinin 1999 yılında yaşanan deprem sonrasında yürüttükleri deprem çalışması afete karşı önlem hazırlık konusunda önemli bir örnek olduğundan Gönüllülerle yaptığımız söyleşiyi paylaşmayı uygun bulduk.

Günlük hayatta mahallenin dertleri neyse her şeyle uğraşmaya çalıştık
Validebağ gönüllüleriyle İstanbul'un Anadolu Yakasında yer alan Validebağ Korusunun korunması için mücadele eden bir yatay örgütlenme. 1999 depremi olduğunda 3. gün durumun büyüklüğünün farkına vardık. Bizim mahalleden 10 kişi bir araya geldik iki ekip halinde Değirmendere'ye gittik. Felaket bir manzarayla karşılaştık. Aynı şey bizim de başımıza gelebilir diye düşündük ve örgütsüz bir toplumun deprem veya başka bir felaketle karşılaştığında zayiatının çok daha fazla olacağını fark ettik.
Değirmendere'de şöyle bir şey gördük; kamyon geliyor gıda yardımı için kamyonun önün kesiyorlar yağmalayıp gönderiyorlar. 10 kilometre sonraki gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaşmıyor gelen yardım. Ama düzgün bir örgütlenme olsa nerede kaç tane neye ihtiyaç var bunu belirlersin, ona göre dağıtırsın. Ciddi bir İstanbul depreminde, Gebze'den Tekirdağ'a kadar olan bölgeye nasıl yiyecek gelecek? Döndükten sonra bunu tartıştık. Bizim mahallede de 20.000 insan yaşıyor. Mahallede ne yapacağını bilen 50 tane insan olsa iyi bir örgütlenmeyle eşit bir dağılım olabilir. Yoksa açlıktan kırılır insanlar, koleradan gider.
Depremle ilgili çalışmayı kafamıza koyduktan sonra Kandilliye gittik. Çok uğraştığımız için Kandilli bizim mahalleyi eğitim için pilot bölge seçti. Kandilli de böyle bir proje yoktu o zamana kadar. Bizi sivil savunmaya gönderdiler. Sivil savunmanın yaptığı sadece nükleer savaşta ne yapılacağına dair şeylerdi. Deprem gibi afetler sırasında, hatta trafik kazasında ne yapılacağına dair hiçbir şey yoktu. Bildikleri de bir binaya saldırı olduğu zaman binanın en üst katından insanlar aşağıya nasıl indirilir falan.
Daha sonra Kocaeli'nde Güney mahallesiyle irtibatlandık. Bayağı zayiat vermiş bir yer. Onlar buraya gelmeye biz oraya gitmeye başladık. Buraya geldiklerinde deprem tatbikatı yaptık beraber. Tatbikat şöyleydi; Muhtarlıkta toplandık 30-40 kişi. Bir tane yazıcımız oluyor, ihtiyaç listesi yapıyor. Bir tane sevk ve idare görevlisi oluyor. Nerede neye ihtiyaç var o belirleniyor. Koordinasyon merkezi gibi bir şey oluşturuluyor. Temsili olarak deprem olmuş gibi davranıp şurada üç yaralı var şunu götürelim gibi bir tatbikat yaptık. Kandilliden bize eğitici gönderdiler. Biz muhtarlıkta insanları toplayıp eğitim aldık. 40 kişi vardı toplantıda. ABC eğitimi diye bir eğitimdi. Kandillinin gönderdiği eğitmenlerin bazı bilgilerinin yanlış olduğunu tartıştık onlarla. Değirmendere'ye gittiğimizde gördüklerimize uygun olmadığını gördük. Mesela kolonun altına saklan diyorlardı. Oysa kolonlar yıkıldı, ezdi insanları. Kolon sağlam değil ki. Marmara depreminden sonra deprem bilgileri değişti.
Daha sonra İstanbul itfaiyesiyle ilişkimiz oldu. Yangın durumu için. Çünkü o sırada 12 Kasım depremi oldu. Depremi duyduktan 20 dakika sonra 5 kişilik ekiple yola çıktık. Kaynaşlı’da tüp satan bayide yangın çıkmış nasıl olmuşsa. Tüpler patlıyor inanılmaz biçimde. Ama o kadar garip ki bir tüp patlıyor yarım saat sonra bir tane daha patlıyor. Sonra üçü birden patlıyor öyle bir yangın. Sabahın 4'üne kadar patladı. Bunu görünce yangına ilişkin de bir eğitim almaya karar verdik.
Kaynaşlı’da Gece nasıl soğuk -2, -3 derece. Adam binanın altında kalmış, canlı bile olsa soğuktan ölür. Bir kişiyi kurtardık oradan. Kaynaşlı lisesinin hademesiydi. Elimizde küçücük hiltilerle saatler sürüyor betonu delmek. Sabaha doğru İstanbul'dan Ankara'dan insanlar gelmeye başladı ama ne yapacaklarını bilmiyorlar. Bakınıyorlar, ortalıkta dolanıyorlar. Nasıl davranacaklarını ilseler yardım da edecekler.
Sonra Güney Mahallesi'nin afete karşı önemler eğitimi aldığını öğrendik MAG (Mahalle Afet Gönüllüleri) diye bir kuruluştan. 2004 yılında İsviçre hükümeti ayda 500 bin Euro vererek afet eğitimi projesine başlamış. Her mahalleden 50 kişiyi deprem, afet ve felaketlerde nasıl davranıldığına dair bir eğitimden geçiriyorlar. Yılan ve akrep sokması, kalp krizi, trafik kazası dahil nasıl davranılacağı da dahil ilk yardım, deprem öncesi hazırlık, deprem anında ne yapmak gerekir, deprem sonrası ne yapmak gerekir diye dört başı mamur bir ders veriliyor. Onlardan Barbaros Mahallesi ve Altunizade Mahallesi'nde 50'şer kişi eğitim aldık. İsviçre hükümeti bir konteynır veriyordu. İçinde 50 kişi için çelik burunlu ayakkabıdan kaska kadar kişisel malzemeler var. Onun dışında iki jeneratör bir hilti, demir kesme aletleri, aydınlatma aletleri gibi. Mahalledeki örgütlenme biçimi 50 kişi, 10'ar kişilik gruplar halinde örgütleniyor. Konteynırın temizliği ve bakımı onlara ait. Mesela 10 tane telsiz var. O telsizlerin pillerinin hazır olması lazım. Ayda bir ekip 10 kişi gelip jeneratörü dışarı çıkarıp çalıştırıyor, havalandırıyor. Pilleri şarj ediyor. Haydarpaşa lisesinin bahçesine yerleştirdik konteynırı. Herkesin kolay ulaşabileceği, bir bina yıkıldığında altında kalmayacağı bir yeri seçmeye çalıştık. Sonra değişen bilgileri yenilemek için eğitimin tekrarı yapılıyor.
O 50 kişiyi seçerken gönüllü çok olmadı. Muhtar emir demiri keser deyip kapıcıları görevlendirdi. İnsanlar kapıcıya söyleyin o gitsin depremle ilgili eğitim alsın dedi. Hem çöpünü dökecek hem canlarını kurtaracak. Biz kendi aramızda şöyle metotlar da geliştirdik. Diyelim ki gece 3'de oldu deprem. Herkesin yatak odasının nerede olduğunu biliyorduk. Önce onların kurtarılması önemli çünkü onlar biliyor kurtarma işlerini. Böylece kurtarabilecek insan sayısı arttırıyorsun. Zaten temel eğitimde öğrendiğimiz şeylerden birisi şu; birine yardım etmek isterken önlem alacaksın ki kendini tehlikeye atmayacaksın. Sonradan yardım edilecek duruma düşmemen gerekiyor. Kendini sağlama almadan yardım etmeyeceksin.
Onun dışında pilot sokak olarak Erzurum sitesinde bir sokağı seçtik. Bütün apartmanları gezdik, durumu anlattık. Bu işe gönüllü 3-4 arkadaş vardı orada. Onlar da sıkı tuttu işi. Erzurum sitesinde mahalleliye ilkyardım eğitimi verdirdik. Bir araba garajını afet sonrası için gıda vb. malzemenin depolandığı bir yer yaptık. Bu depolanan gıdanın son kullanma tarihine yaklaşınca evlere dağıtıyorduk yerine para toplayıp yenisini alıyorduk. 3-4 sene bunu yaptık.
Bu ekipten 4-5 arkadaş eğitici sertifikasını aldı hatta 4-5 şirkete ilkyardım, afet öncesi, afet sırası ve afet sonrası eğitimi de verdik. Onlardan bir kısmını itfaiyeye de götürdük.
Daha sonra İstanbul depremi bugün yarın olacak gibi konuşmalardan bezdi insanlar. Biraz da yoruldular. Eğitimi alanlar da toplantılara gelmemeye başladı. Biz mahalle afetçilerini mahallenin başka sorunlarıyla da ilgilenen bir örgütmüş havasına büründürmek istedik ama bunda da başarılı olamadık. Son iki senedir konteynır da temizlenmiyor. Şu anda bir deprem olsa anında örgütlenemeye bilir o insanlar ama depremden sonra bile bir araya gelseler önemli bir işlevi olur bu ekibin tabi.
2009'da İsviçre hükümeti bu projeyi STGM'ye aktardı. İzmir'de MAGDER diye bir dernek kuruldu. Orada afet örgütlenmesi içinde olan 13 mahalle kendi arasında birleşip dernek oldu. Sosyal anlamda güzel de şeyler yapıyorlardı.  İstanbul'da da Anadolu yakası ve Avrupa yakası bir MAGDER'leri kuruldu.

Validebağ gönüllüleri şöyle ortaya çıktı; 1997 yılında başladık. Bu işin ilk örgütlenmesinde muhtarla bir kaç görüşme yaptık mahalledeki komşularımızı tanımıyoruz ilişkimiz yok diye. Muhtarlıkta çarşamba günleri çay içip sohbet etmeye başladık benzer kaygıları olan insanlarla. Derken Altunizade Koruluğuna (Validebağ korusunun karşısında, aynı ekosisteme sahip bir koruluk) Marmara Üniversitesi'nin bina yapmaya karar verdiğini duyduk. Korkut Özal'a yap işlet devret modeliyle bir iş merkezi yaptıracaklarmış. Onun üzerine harekete geçtik, belediyeden imar planlarını bulduk. İtirazlarımız yaptık. Sonra baz istasyonlarını duyduk, ona karşı mücadele başladı. Sonra da kaldırımlara park edilmesi konu oldu bu sefer “kaldırımlar bizimdir” mücadelesi başladı. Bir elektrik direği hikayesi de var. Elektrik direklerinin bir metre kadar yükseklikte sigortaları var. Onların da metal kapakları var. bu kapaklar çalınıyor. Gençler yaz akşamları elektrik direklerinin çevresinde oturuyor muhabbet ediyor. Direğe yaslandığında tam elinin geldiği yerde kalıyor burası. İki genç öldü öyle bizim tespit edebildiğimiz. O yüzden kaymakamlıkta falan çok toplantı yaptık. Ya insan boyunun ulaşamayacağı yerde ya da yerde yapın diye. Epey uğraştık. Bir ara minibüs fiyatlarının indirilmesi için ulaşım toplantılarına katıldık. Bir ara Üsküdar Belediyesi 400 kat arttırdı emlak vergilerini. Bizim maaşlarımız yerinde duruyor. Emlak vergisi için de sadece muhtarlar itiraz edip dava açabiliyor. Biz muhtarla açtığımız davaları kazandık. Bir basın toplantısı yaptık bir deklarasyon hazırladık. 53 mahallenin 45 muhtarı mührünü bastı ve imzaladı. Günlük hayatta mahallenin dertleri neyse her şeyle uğraşmaya çalıştık. Dergi çıkardık. 23. sayımızı çıkardık. Bir şey olunca hemen haberini yapıp  dergi sayısı çıkartıyorduk. 10.000 kişiye dağıtıyorduk mahallede.
Bizim örgütlenme biçimimizde ast üst ilişkisi yok. Eşit komşuluk ilişkisi içerisinde hareket ediliyor. Önce inisiyatif olarak kaldık. Sonra para sorununu nedeniyle ve devletle ilişkiler nedeniyle bir dernek kurduk. Ama kurar kurmaz da yok ettik işleyişte. Tüzel kişilik olacak devletle muhatap olacak ama mahalle ilişkisinde o yönetimin söz hakkı ve sahipliliği yoktu. Perşembe toplantılarında ne kararlar alınırsa dernek onu uygulayacak. Diyelim ki dava açılması gerekiyor hemen gidecek dava dilekçesi verecek. Bunu yapmıyorum ters geliyor, inisiyatif saçma karar almış diyorsa hemen istifa edecek, yerine başkası gelecek. Esas inisiyatifin kararlar geçerli. Para hikayesinde de AB'den projeyle bir para aldık. Ondan önce toplantıya gelenlerden para toplayarak falan toparlıyorduk. Ama dava açılması için zorlanarak toparlıyorduk. AB fonu projede yer alan bazı çalışanlar oluyor onlara para veriliyor. Biz bu paraların hepsini derneğe bağış olarak verdirdik. Hala bir kısım paramız var oradan kalan. Bir sürü mücadeleden geçerek Validabağ gönüllüleri oldu. Bu işleri yaparken 1999'da deprem olunca depremin ne olduğunu anlamış olduk.



Kültür varlıklarının korunması


Küba: Havana Kent Tarihi Ofisi

1938 yılında Havana’nın kültürel mirasını korumak amacıyla kurulan Havana Tarih Ofisi 1993 yılında çıkarılan özel bir yasa ile doğrudan devlet başkanına bağlı, mali özerkliğe sahip bir kurum olarak Havana’nın tarihi kent merkezinin fiziksel ve sosyal dokusuyla birlikte iyileştirilmesi ile görevlendirilmiş güçlü bir kurum haline geliyor.

Bu yasayla birlikte (No.143) ofis restorasyonlar için vergi gelirinden ayrılan parayla kendi bütçesini oluşturup yönetebilen bir kurum haline geldi. Ayrıca bu bütçe ile ofis adına mal edinip, kendi gelir kaynağını yaratabilme yetkisine de sahip. İyeleştirilecek bölgeleri sosyal yapısıyla bir bütün olarak ele alıyor. Bünyesinde restorasyonları değerlendirmek üzere uzman mimarlardan bir kurul da bulunan ofis aynı zamanda müzelerin yönetiminden de sorumlu. Ofis, tüm Havana’nın kültürel mirasının korunmasından sorumlu ama Havana kent merkezi için ilaveten bir de bu alanın yönetimi yetkisine sahip. 1995 yılında ise ofisin çalışma alanı olan tarihi kent merkezi, özel öneme sahip turizm bölgesi? ilan ediliyor.

Mali ayrıcalıklara örnek vermek gerekirse, Ofis kendi turizm şirketini kurmuş. Restore ettiği binaların bir kısmını otel yapıp, buralardan sağladığı geliri restorasyon çalışmalarında kullanmak üzere kendi kasasında biriktiriyor. Ofisin Gayrimenkul ve güvenlik şirketleri de var. Bu şirketler sadece ofis için gelir değil aynı zamanda tarihi kent merkezinde ciddi bir istihdam imkanı da yaratıyor.

Yasa, ofisin kent merkezinde fiziksel olarak gerçekleştirdiği iyileştirmeyi sosyal Alana yansıtmasını zorunlu kılıyor. Bu nedenle Ofis çalıştığı bölgelerde, emekliler, çocuklar, bedensel engellilere yönelik yapılar da oluşturuyor; çeşitli kültürel etkinlikler düzenliyor.

Havana Kent Tarihi Ofisi eski müdürü kent tarihçisi Eusebio Leal Spengler koruma söz konusu olduğunda kültürel miraslarının kolonyal olmasına bakılmaksızın korumaya öncelik verdiklerinin altını çiziyor.

Ofis, Küba toplumunun koruma üzerine bilinç kazanmasını ise restore edilen binaların içine açtıkları ilkokul sınıfları yani çocuklar aracılığıyla sağlamaya çalışıyor.

Havana Kent Tarihi Ofisi korumayı sadece fiziksel değil sosyal boyutuyla ele alsa da, kentteki konut sorunu yerinde korumayı gerçekleştirebilmek adına ciddi bir engel oluşturuyor. Örneğin okyanus kıyısındaki Malecon. Burada Spengler’in aktardığına göre ofisin kimseyi yerinden etmek gibi bir derdi yok, ama dört ailenin yaşayabileceği konutlarda yirmi aile yaşıyor. Bu durumda hem konutların iyileştirilebilmesi hem de ailelerin yaşam koşullarının yükseltilmesi için alternatifler geliştirmek gerekiyor.

Mısır: Kahire, Darb El – Ahmar Mahallesi

Bu örnek Kahire’nin tarihsel merkezindeki bir mahallenin koruma mevzuatından çok kira kontrol sisteminin sağladığı olanaklardan dolayı toplumsal yapısıyla birlikte korunmuş olması nedeniyle farklılık gösteriyor. Çünkü, Mısır’da Nasır döneminden beri devam eden kira kontrol sistemine göre bir kiracı eve yerleşince orada iki kuşak kalabiliyor ve bina yıkılmadıkça evden çıkartılamıyor. Dolayısıyla, burada yapılacak iyileştirme projelerinde sadece ev sahipleri değil, kiracılar da dikkate alınmak zorunda kalınıyor.

Nitekim, Ağahan Vakfı? da Darb el-Ahmar mahallesinde gerçekleştirdiği projeyi mahallede yaşayanların yaşam koşullarının iyileştirilmesi üzerinden tasarlıyor. Vakıf, masrafların bir kısmını kiracılar ve ev sahipleri ile paylaşıyor. Ancak, restore edilecek binalar konusunda seçmeci bir yaklaşım sergileyerek, estetik değeri ile öne çıkan binalara öncelik tanıyıp mahalle içerisinde turistik bir güzergah oluşturacak düzenlemeler de yapıyor.

Mahalledeki mobilya, ayakkabı atölyeleri gibi küçük işletmelerin varlığını sürdürebilmesi ve teşvik için mikro kredi programları hazırlanıyor. Ayrıca, restorasyon projesini mahalleli için bir istihdam kaynağını dönüştürerek, yapıların onarımında çalışmak üzere tessisatçılık, elektirikçilik, marangozluk vb. eğitim programları açtı.

Bu örneğin bizce olumlu yanı kira kontrol sisteminin de etkisiyle tarihi çevreyi sadece fiziki yapısı ile değil içinde yaşayanlar ve soyut kültürel mirası ile korumaya odaklanmış olması. Ancak bu olumluluk, korumaya ilişkin iyi bir modelden kaynaklanmıyor. Bunu sağlayan şey kiracılara verilmiş olan haklar.

Fransa: Malroux Yasası (No. 62-903)

Fransa’nın kentsel sit alanlarının korunmasına ilişkin olarak 1962 yılında yürülüğe giren Malroux Yasası da, tarihi kent merkezlerinin iyileştirilmesini barınma sorunu ile birlikte ele alması nedeniyle örnek olarak aldığımız modellerden biri.

Yasanın barınma sorununa koruma üzerinden getirdiği çözüm, tarihi kent dokusundaki yıpranmış, terk edilmiş konutların devlet desteği ile iyileştirilerek yeniden konut olarak kazandırılması şeklinde olmuş. Konutların iyileştirilmesi dışında tarihi kent dokusunun sokaklarıyla, meydanlarıyla tümden iyileştirilmesine de vesile olunmuş. Bir başka deyişle, terk edilmiş ıssızlaşmış tarihi kent dokusu bulunan bölgeler Malraux Yasası sayesinde yeniden canlanmış. Malraux Yasası, ele alınan konutlarda ikamet edenlerin onarım sonrasında da bu konutlarda yaşayabilmelerini sağlayacak düzenlemeler içermekte.

Yasa kapsamındaki uygulamalarının fonlanması ise 1976 yılında eklenen bir mali modelle kolaylaştırıldı. Bu modele göre, koruma planı içerisinde evleri onarılacak olanların masrafları gelir vergisinden 5 yıla yayılarak kesilebiliyor. Ancak, bunun karşılığında onarım sonrasında evlerin en az 9 yıl kiraya verilmesi şartı koşuluyor. Böylece, kiracılık üzerinden konut açığı giderilmeye çalışılıyor. Restorasyon masraflarının vergiden düşülebilmesi için ayrıca; teknik uygulamaların proje ve keşife birebir uygun olması, birim fiyatların kabul edilebilir olması gibi teknik şartlar da aranmakta. Restorasyonu yapacak firmanın valilikçe tanınmış bir yeterlilik belgesi olması da önemli şartlardan biri.

Konut eğer restorasyon öncesi kiraya verilmiş ise restorasyon sonrası aynı kiracının önceliği bulunuyor; restorasyon sonrasındaki kira artışı da yetkililerce belirlenen makul oranlarda gerçekleşiyor.

Onarımlar sırasında oluşan ekonomik hareketlilikten kar sağlayan tüm taraflardan (restorasyon şirketi, inşaat şirketi vb.) vergi alınarak diğer binaların onarılması için bir fon oluşturuluyor. L’ANAH genel müdür yardımcısı Michel POLGE ile İsmet OKYAY’ın 1993 yılında yaptığı söyleşiden aktarılana göre, bu vergiler sayesinde devlet restorasyon masrafının %80’ini karşılayabiliyor. %20’lik bir açığı ise göze alıyor.

Bu model sadece konut ve konut+iş yeri binalar için geçerli. Böylece geleneksel konut mimarisinin özgün işlevi ile birlikte korunabilmesi ve de barınma ihtiyacının bu binalarla karşılanabilmesi için de finansal teşvik sağlanmış oluyor.

Yasanın uygulanmasında merkezi yönetim, belediyeler ve ilgili halkın istişaresi önemli bir yer tutmakta. 1975 yılında hazırlanan NORA- EVANO raporu ve BARRE raporu da bu bağlamda önemli. Fransa’da çağın gerekliliklerini karşılayamayan konutların tespiti için hazırlanan her iki raporda konutların yaşam koşullarının iyileştirilebilmesi için kamu-sivil örgütlenme eksenli modeller öneriliyor. Bu raporlar doğtulrusunda, koruma alanında etkin görevler üstlenen özerk, yarı özerk kurumlar kurulmuş durumda.

         FRANSA BİNA MİMARLARI – ABF (Architects des Batiments de France)
            Kentsel kültürel mirasın korunması konusunda çalışan yarı özerk bir kurum.
İşlevleri: Sit alanlarında inşaat ruhsatlarını ve arazi kullanımı ile ilgili kararları onaylamak. Tarihi anıtların bakımı, restorasyonu, uygulama sürecini denetlemek.

         Çevre İyileştirilmesine Yönelik Ulusal Ajans (ANAH- L’AGENCE NATIONAL DE L’AME LIORATION DE L’HABITAT)
            Geleneksel konutların iyileştirilmesinden sorumlu bir kamu kurumu.
İdari Yapı: Devlet temsilcileri, kiracı dernekleri temsilcileri, kiraya verilen konutların mülk sahipleri, iyileştirilme konusunda uzman dernek temsilcileri seçimle katılıyor. Tamamen özerk.

İşlevleri: 1975 yılından önce inşa edilmiş kirada olan yapıların iyileştirilmesi. Onarımın %25-80’ni karşılıyor. Kiradaki artıştan %3,5 kesintiyi alarak fon oluşturuyor.

         Çevre İyileştirlmesine Yönelik Programlı Çalışma –OPAH (L’ OPERATION PROGRAMMEE D’AMELIORATION DE L’ HABITAT)
            Konut koşullarının iyileştirilmesi, çevre düzeni ve donatı açısından kamusal mekanların iyileştirilmesi.   Mülk sahipleri, belediye, valilik ve ANAH (Çevre İyileştirilmesine Yönelik Ulusal Ajans) arasında yapılan sözleşme sonucunda iyileştirme projelerini gerçekleştiriyor.

         Çevrenin Korunması, İyileştirilmesi, Restorasyonu ve Dönüşmesi, PACT-ARİM (           Protection Amélioration Conservation et Transformation de l’Habitat)
            Tarihi kent dokusunun iyileştirilmesinde koordinasyonu üstleniyor.
Küçük inşaat firmaları, kooperatifler vb. kuruluşların bir araya gelmesiyle oluşuyor. Proje yapmak, yönlendirmek, denetlemek, koordinasyon sağlamak, bilgi ve teknik yardım sağlamak, restorasyon ve onarım çalışmalarını üstlenmek.


Kooperatif örnekleri
Mondragon
Cüssesi ile kooperatifler konfederasyonu Mondragon en öne çıkan örneklerdendir. Halihazırda İspanya'nın en büyük 7 şirketi arasında yer alan ve bünyesinde 80 bin kişiyi istihdam eden Mondragon sadece beyaz eşya, mobilya, metal endüstrisi, inşaat, mimari gibi alanlarda üretim yapıyor. Ayrıca etik bankacılık, perakende ve bilişim alanında da faaliyet gösteriyor. Bask bölgesinde üretim yapıyor. Mondragon tipik bir "kapitalist sistem içi" kooperatif federasyonu 1986 yılında AB süreci ile başlayan sanayisizleşme sırasında emekçilerin şartlarının bozulmamasında büyük payı var.   Maaşlar arasındaki azami fark 5 kat. Buna da ender rastlanıyor. Maaş farkları ve birim yöneticileri her sene tekrarlanan ve tüm üyelerin katıldığı oylamalarla belirleniyor. 2007 krizinden sonra hemen hiç kimse işini kaybetmedi. Federasyon küçük işletmelere, sosyal konut gibi projelere destek sağlıyor. Sembolik açıdan kuruluş noktası Mondragon kentinde evsizlik sorunun bertaraf edilmesi. Ancak artık değer ilişkisine girdiği ölçüde İspanya dışından ucuz işgücü sömürüyor, büyük finansal kuruluşlarla iktisadi ilişkiler kuruyor.
Bu örneğin kritik olan noktası şöyle bir şey: Türkiye’de kooperatif küçük tüketim, inşaat ve tarımsal üretim kooperatifleri var. Ama Büyük örnekler yok. (Tar-iş, Fiskobirlik ????) Mondragon örneği ise ne kadar büyük bir ölçeğe varabileceğini gösteriyor. Tabi şunu da gösteriyor: kooperatif dediğimiz şey de bir şirket sonuçta ve bu örnek de kapitalist bir şirket aslında. Sadece ilkeleri bağlamında bir kooperatif işleyişi var.
Bu konu çok tartışmalı tabi. Kooperatifçilik tek başına kaldığında çok reformist bir şey. Hangi kooperatif yasasına tabi olduğuna bağlı biraz da. Ağ mı oluşturuyor? Mesela Kanada’nın en büyük şirketlerden biri bir bankacılık kooperatifi özel sigorta da yapan. Fakat şu biliniyor; kapitalist bir kriz zamanında kooperatiflerin hatta kanla olasılığı daha fazla. Şirketler tekelleşirken kooperatifler ayakta kalıyorlar. Bir de Mondragon bile demokratik bir yapı. Tek bir kooperatif değil kooperatifler ağı. Buzdolabı da yapan kooperatif var, tarım da var. Hepsinin yönetim kadrosu oylamayla seçiliyor. Dolayısıyla herkesin bir oyu var. Büyük şirketlerin CİO’su hem yüzde alır, hem büyük maaş alır hem de spekülatif hareketlere girer, riskli işlere girer. Çin’den tahvil alır mesela. Burada öyle bir şey yok. Kapitalist de olsa kendi içerisinde bir seçim sistemi olduğu için bir nebze krizden daha az etkileniyor. İkincisi maaş aralıkları tartışılabiliyor o seçimlerde. Genelde 3 maaş kademesi oluyor. Bir giriş/ stajyer maaşı, kooperatif ilkelerini uyguladığın ortaya çıkınca ikinci seviye, bir de tecrübelilerin maaşı gibi. Bazı kooperatiflerde ise maaş farkı reddediliyor. Burada bir de ölçek farkı var. 20 kişilik bir kooperatif ile 80.000 kişilik arasında fark oluyor. Bir de şirket o kadar büyüdüğü zaman, Mondragon sadece etik bankacılık yapan bankalardan değil, diğer bankalardan da kredi alabiliyor. Brezilya ucuz işçi çalıştıran yerlerden de ürün/ hammadde alabiliyor. O büyüklükte gideceksen çaren kalmıyor. Sıradan büyük kapitalist şirketten farklı ama küçük koopera5rtif ağlarının bir araya gelmesinden de farklı bir örnek bu. 40 senelik bir kooperatif. Ama Bask’ta krizden sonra işsizliğin çok armasını engelleyen etmenlerden birisi de kooperatifçilik.
Xarxa D'economia Solidària (İktisadi Dayanışma Ağı) ve ECOS
Yine de kooperatifçiliğin bir anti-kapitalist evrim sürecine yönelmesi de mümkün. Barcelona'da yer alan Xarxa D'economia Solidària (İktisadi Dayanışma Ağı) ve ECOS gibi kooperatif oluşumları yaşlı bakımevlerinden, tasarıma, çocuk kitaplarından sosyal konut üretimine, tarım ürünlerinden ağır sanayiye kadar çeşitli alanlarda faaliyet gösterirken, aynı zamanda kendi aralarında ayni ağlar kurmaya çalışarak, alternatif para birimleri deneyerek kapitalist ilişkiler ağına karşı da hamleler yapıyor.
Mondragon’dan farkı, daha yatay, şirketleşmiş bir ağ değil. Kendi içinde alternatif bir ekonomiyi de deneyen bir ağ. Daha yeni bir deneyim.
Bunlar daha küçük kooperatifler ve büyümemeyi de bir strateji olarak seçmiş, küçük kooperatiflerin çoğalması üzerine çalışıyorlar. Çalışanların paylaştığı adil bir ücretten sonra eğer gelir elde edilmişse, diğer küçük kooperatiflerin desteklenmesi için kullanılıyor. İdealleri şu; 15 Mayıs 2030 (bir de kitabı var) bu kooperatifçilik ağlarını ve tarzını geliştirerek Pazar ekonomisini küçültülmek hedefi var Katalonya için. Şu anda Sembolik düzeyde de olsa birbirlerine ayni ürün, para destek veriyorlar. Bir de paraları var ECOS coins dedikleri. Spekülasyona yol açmayacak, bir değer karşılaştırması yapılacak bir para birimi var. Barları var mesela acoslarla bira içiyorsun. Fakat o alternatif parayı bilmiyorum. Bir yerden sonra kooperatif ağlarında kullanılması büyüklükten de gerek duyulan bir şey haline geliyor. Sembolik olarak da olsa kullanım değerinin değişim değerine dönüştüğü ama sembolik olduğu bir şey deniyorlar.
Sadece üyelerine bile satış yapsa ihtiyaca yönelik bir alım mıdır? Onun da karşılaştırılması yapılmalı. Bir de ihtiyaç denen şey de değişiyor. Onu da görüyordur kim nasıl tüketiyor gibi.


Yönetim: Cordoba su yönetimi

Dünyada şiddetli bir özelleştirme furyası da suyun özelleştirilmesi üzerine yaşanıyor.  Büyük ekolojik tahribatlara yol açan bu süreç, aynı zamanda fiyatlarda büyük bir artışa neden oluyor, su döngüsü ve suyun niteliği hızla bozuyor. Misal, su özelleştirmeleri sonrasında İngiltere'de fiyatlar 9 senede yüzde 46 artmış. Özelleştirmelerin negatif etkilerinden dolayı dünyanın en büyük su şirketlerinden Suez ve Veolia'nın merkezi olan Paris, 2009 yılında su hizmetlerinde yeniden kamulaştırmaya gitti.

Kamusal hizmetlerinin nasıl yönetilebileceğine dair bir örnek bu. İspanya'nın su açısından zengin olmayan Endülüs otonom bölgesinin yaklaşık 350 bin nüfuslu Cordoba kenti 1969'dan beri başarılı bir kamu yönetimiyle nitelikli suyu, çok ucuza, çalışanlarına adil bir ücret ve iş güvencesi vererek ve eko-sistemi tamir ederek sağlıyor. EMASCA adlı kamu şirketinin yönettiği Cordoba su hizmetinin bu niteliklerinin sebebi hikmeti yönetim modeli. EMASCA'nın su komisyonunda oy oranlarına bakılmaksızın belediye meclisindeki üç partiden ikişer temsilci, iki sendika temsilcisi, bir de mahalle dernekleri birliği temsilcisi yer alıyor. Ayrıca toplantılara herkes, dilediği zaman katılma, yazılı ve sözlü öneri verme hakkına sahip. EMASCA ve belediye memurları ve teknisyenleri toplantılara katılsa da karar oylamalarında yer alamıyorlar. Bu nedenle Cordoba, 1995 yılında Endülüs’te yaşanan büyük kuraklık sırasında kesintiye gitmeyen tek belediye olarak tarihe geçti.





[1]
                        [1] Savran, S. (2006), Brezilya’da Lula Faciası, Praksis Kış-Bahar.
 
[2]
                        [2] http://www.partizipation.at/fileadmin/media_data/Downloads/themen/issue_en_part-budget.pdf
 
[3]
                        [3] İyi Yönetişim İçin Örnek Bir Model: Katılımcı Bütçeleme, TEPAV Raporu, Yönetişim Etütleri Programı Mart 2007.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder