Dünyadan katılım
deneyimleri
Kabaca bir kentin, bir belediyenin ya da herhangi bir
idarenin bütçesinin bir kısmının ya da tamamının planlamasının ve yönetiminin
doğrudan halk tarafından gerçekleştirilmesine “katılımcı bütçe” deniyor. Şu ana
kadar farklı ölçekteki yönetimlerin bütçelerinin % 1'inden % 30'una varan
oranlardaki dilimleri katılımcı bütçeye tabi kılındı. Bu türden bir özyönetim
deneyiminin gerçekleşmesi için katılım mekanizmasının demokratikleşmesi elzem.
Klasik ve başarılı uygulamalara göre önce mahalle mahalle, sokak sokak yapılan
forumlarla ihtiyaçlar belirleniyor. Sonra her mahalle ya da sokağın delegeleri
seçiliyor. Bu delegeler talepleri belediye teknisyenleriyle beraber bir plan
dahilinde kağıda döküyor. İdeal haliyle belediye yetkililerinin fikir beyan
etme ve oy hakkı bulunmuyor. Halk talebini planlamak ve teknik detayları
çözmekle mesuller. Ardından bu planlar tekrar mahallelere götürülüyor ve
oylanıyor.
Dünya’da yanşamış olan katılım deneyimlerinin en çok
bilineni Porto Alegre katılımcı bütçe deneyimi. Porto Alegre’de katılımcı
bütçenin geçmişi 1970’lerden gelen politik kültüre dayanıyor. 1983 yılında
Porto Alegre’de öncelikle mahalle meclisleri kurularak katılımcı demokrasiye
evrilecek çalışmalar yapılmaya başlandı. Kent mücadelelerinin örgütlenmesi de
mahalle meclislerinde gerçekleşti. Brezilya’da demokratikleşmeye dair adımlar
atılmaya devam ederken 1988’de federal anayasaya geçildi. İşçi Partisi’nin
belediye başkan adayı Olivio Dutra 1988’de demokratikleşme talebinin yanı sıra
yerel bütçede ve yerel ekonomide unutulmuş ve marjinalize edilmiş kesime
ayrıcalık tanınmasını istedi ve 1989’da katılımcı bütçenin gerçekleştirilmesine
dair çalışmalar başlatıldı. Ancak, kaynakların hakça kullanılması ve eşit
dağılımı düşüncesinden nüvelenen katılımcı bütçe, zamanla bu anlamından
soyutlanarak teknik bir içerikle yüklendi.
Katılımcı bütçe uygulaması Porto Alegre’de başlamış olsa da
kısa sürede uygulanma alanı diğer eyaletleri de kapsayacak şekilde genişledi.
Katılımcı bütçe yalnızca İşçi Partisi tarafından değil aynı zamanda merkez
sağın iktidarda olduğu eyaletlerde de benimsendi. 2003’teki verilere
bakıldığında, İşçi Partisi’nin iktidarda olduğu 73 belediyede katılımcı bütçe
uygulanırken, merkez sağın iktidarda olduğu 67 belediyede de katılımcı bütçe
uygulamasına geçilmiş olduğu görülüyor.
Hindistan'ın güneybatı eyaleti Kerala'daki katılımcı
planlama-bütçe pratikleri de bahsedilmesi gereken bir örnek. Avrupa'daki birçok
geleneksel sol-sosyalist parti gibi Marxist Hindistan Komünist Partisi de son
20 senede hızla sınıf temelli siyasetten uzaklaştı, ekolojik tahribatın öncüsü
haline geldi. Bunun sonucunda da tabanını hızla kaybetti. Kerala da bu süreçte
kaybettiği eyaletlerden biri. Ancak özellikle 1980'lerin ikinci yarısında
Kerala Eyaleti'nde hayata geçirdiği Yeni Demokratik Girişimler Kampanyası ile
bir anlamda katılımcı planlamaya da ön ayak oldu. Bu kampanya sırasında
okuma-yazma oranı yüzde yüze yaklaştırdı, orman ve yakacak kullanımı konusunda
ekolojik bilinç arttı, bilimsel düşünce atölyeleri hayata geçti. Akabinde 1996
Kerala'da katılımcı bütçe süreci başladı. Bugün 1215 köy-yerel yönetim toplanan
konseylerle yoksulluğun azaltılmasından hayvancılığa, kadın ve çocuk
sağlığından su kaynaklarının idaresine kadar 12 başlıkta komiteler kuruyor,
örgütlenme devam ediyor. İlkin küçük yerel seçim birimlerinde herkesin
katılımına açık toplantılarla o bölgenin ihtiyaçları belirleniyor. Ardından
yerel yönetim birimlerinin organize ettiği, seçilmişler, halk temsilcileri,
teknikerlerin katıldığı toplantılarda eldeki imkanlarla ihtiyaçların nasıl ve
ne kadarının karşılanabileceği analiz ediliyor ve 1215 bölge için birer Gelişim
Raporu kaleme alınıyor. Sonraki aşamada raporda yer alan ve sıralaması yerel
konseyler tarafından belirlenen ihtiyaçlar projelendiriliyor. Ve nihayetinde
projeler eyalet yönetiminin Bölgesel Planlama Komitesi'nin teknik testine tabi
tutulduktan sonra uygulamaya başlanıyor. Uygulama da yerel konseylerin tam
denetimine açık.
BM’in ve OECD’nin raporlarında da yer almaya başlayan katılımcı
bütçe bu uluslararası kurumlarca da benimsenerek birçok ülke tarafından
uygulanmaya başlandı. Katılımcı bütçenin ideolojik bir zeminin olmayışı Dünya
Bankasının eş başkanı olan (şehir plancısı) Victor Vergara tarafından takdir
toplarken, Vergara bu yeni yönetim anlayışını “olumlu ve yenilikçi yönetişim
modellerinden biri” ve “karar alma mekanizması” olarak tanımladı.[1]
1994’te Avrupa’da ilk kez İtalya’da, Grottamare
Belediyesince ve 1996’da İngiltere’de Salford Belediyesince uygulanırken,
1998’de Almanya’da Mönchweiller Belediyesi tarafından katılımcı bütçe
uygulamasına geçildi. 2001 Dünya Sosyal Forumu’nun da Porto Alegre’de
yapılmasıyla beraber, Poto Alegre deneyimi daha da fazla görünür hale geldi ve
katılımcı bütçe uygulaması birçok ülke tarafından benimsendi.
Fransa ve Almanya’daki katılımcı bütçe uygulamalarında karar
mekanizması yine yerel yönetimlerken, halka sadece yatırımların nereye
yapılması ve hizmetlerin nasıl sunulması gerektiği sorulur ve bu kalemler
üzerine düşünceleri öğrenilir. Diğer bir deyişle katılımcı bütçe, hizmetlerin
icra edilmesinde bir nevi danışman kurul görevi görerek, aracı kurum niteliği
taşır. İngiltere’deki Bradford örneğinde ise, katılımcı bütçe, çevre, kültür ve
sosyal hizmetlerle ilgili proje ve yatırımlara kaynak aktarımı sağlamak üzere
kullanılıyor.[2]
Yerel Yönetim Reformu kapsamında 2007’de Çanakkale, Uşak,
Elazığ, Tepebaşı (Eskişehir), Zonguldak, Akyaka (Muğla), Erzincan Belediyeleri
katılımcı bütçe için pilot belediyeler olarak belirlendi. Bu kapsamda Çanakkale’de
katılımcı bütçeye yönelik bir uygulama gerçekleştirildi. Çanakkale’deki
uygulamada, İngiltere’deki yaklaşım takip edildi. Bu nedenle, Çanakkale’de de,
katılımcı bütçenin politik anlamından ziyade teknik içeriği ve sistematik
yaklaşımı benimsendi.
“Katılımın artması ve sürecin sahiplenmesinin temel nedeni
yönetim ve vatandaş arasında talep ve arz ilişkisinin yatırım ve hizmet bazlı
kurulmasıdır. Mahalleli tercihlerinin yatırım ve hizmetlere dönüştüğünü
gördükçe sürecin içinde kalmakta ve çıkarlarını daha aktif olarak
savunmaktadır.”[3] TEPAV’ın raporunda ve
örneklerde de görüldüğü üzere, esas olan katılımın içeriği değil, katılımın
sembolik de olsa gerçekleşmesi ve mevcut yerel yönetimlerin hanesine artı
olarak yazılması. Artık müşteri olarak tanımlanan yurttaşların, yerel
hizmetlerin ancak gerçekleştirilme şekline müdahalesinin mümkün olduğunu
söyleyebiliriz. Katılımcı bütçeyle, belediyelerin sunduğu hizmetlerin adil ve
eşit dağılımı sorunsallaştırılmıyor ve bu sorunun üstü suni katılım
mecralarıyla örtülüyor.
Çanakkale’deki uygulamada katılımcı bütçe belediyenin farklı
organlarınca ve kent konseyinin de desteğiyle, kurum içi katılım da
gerçekleştirilerek yönetildi. Bunun sonucu olarak hangi hizmete para
yatırılması gerektiği mahallelere koyulan sandıklar aracılığıyla halk
tarafından belirlendi, ancak halk hizmetlerin içeriğine müdahale edemedi,
sadece hizmetlerin önceliğini belediyenin sunduğu kalemler arasından seçebildi.
Diğer bir deyişle, liberal
demokrasinin temel esaslarından biri haline gelen katılımcı bütçe, devrimci bir
içeriğe sahip değil ve mevcuttaki yerel yönetim anlayışını koruyarak daha da
güçlenmesine hizmet ediyor. Elbette tek
bir çivi ile ev yapılamıyor. Katılımcı bütçe özyönetime dayalı bir demokratik
toplum için uygulanabilecek onlarca stratejiden sadece birisi. Ayrıca her maç
gibi bütçe mücadelesi de rakiple oynanıyor. Dünya Bankası ve BM gibi kurumlar
onu “temsili demokrasi” sınırları içinde yeniden tasarlayarak içini boşaltmaya
çalışıyor. Hükümetler toplumsal hareketleri memurlaştırarak sağaltmaya ve
bürokratikleştirmeye çalışıyor. İktidarlar meseleyi sadece tüketimin
paylaşımına indirgeyerek özyönetim tartışmalarına sınır getirmeye uğraşıyor.
Yine de unutmayalım, çivi doğru kullanıldığında sıkı bir araçtır.
Dünyadan Konut ve
Yerel Yönetim Politikaları Örnekleri
New York’ta kira denetimi
New York’ta toplam
konut stoğunun %68’i kiralık (a). Tüm kiracıların ortak şikayetiyse kiraların
yüksekliği: kiracıların üçte biri gelirinin en azından yarısını, beşte biri de
gelirinin %80’ini kiraya harcıyor! (b-c). Üstelik şehirde - özellikle yeni
soylulaşan Brooklyn mahallelerinde - kiralar durmaksızın yükseliyor,
çamaşırhaneler ve hırdavatçıların yerini şık kahveciler ve tasarım dükkanları
alıyor. 1800’lerden itibaren siyahların yaşadığı, Spike Lee’nin filmleriyle
tanınan Bedford-Stuyvesant mahallesi en hızlı soylulaşan mahallelerden, geçen
yıldan bu yana ortalama kira %16 arttı. (d)
Kiralık konutların
yarısı denetleniyor
Bu koşullara rağmen
şehirde hala yalnızca zenginler yaşamıyorsa sebebi II. Dünya Savaşı’ndan sonra
başlatılan kira denetimi uygulaması. Liberal ekonomistlerin tüm eleştirilerine
rağmen, kapitalizmin beşiği New York’taki kiralık konut stoğununun yarısı hala
kira denetimine tabi! 2011'de şehirdeki toplam kiralık ünitelerin %47'si kira
denetimindeydi, bunların çoğu da - yaklaşık 1 milyon daire - ‘kira dengelemesi’
(‘rent stabilization’) adı verilen sisteme tabi.
Kira dengelemesi
şöyle işliyor: Bina 1974’ten önce inşa edildiyse ve içinde 6’dan çok daire
varsa genellikle bu sisteme dahil oluyor. Kirası dengelenen dairelerin yıllık
kira artışına bir kurul (RGB:Rent Guidelines Board) karar veriyor. Ev sahibinin
kiracıyı tahliye etmesi çok zor ve kiracı konutu eşine veya çekirdek ailesine
devredebiliyor. Hatta kiracı 62 yaşın üstünde veya engelliyse, ev sahibi kendi
oturmak için bile kiracısını çıkartamıyor! Bu konutlardan birini boş bulmak her
New Yorklu’nun hayali - denetime tabi konutlarda yaşayanların üçte biri 20
senedir aynı dairede ve muhtemelen de yerinden çıkmayı düşünmüyor.
Piyasa kirasının
üçte biri
Soylulaşmış
mahallelerde bu konutlarda yaşayanlar, piyasa kiralarının 2’de biri, hatta 3’te
biri kira ödeyebiliyor. 2011'de, New York’un göbeğinde kirası dengelenmiş bir
daire, piyasa fiyatındaki bir daireden ortalama 1.245 dolar daha ucuzdu. Şehrin
en pahalı bölgelerinden Upper East Side’da piyasa koşullarında ortanca (medyan)
kira 2.850 dolarken dengelenmiş kira 1.585 dolara düşüyor, yine en popüler
mahallelerden Lower East Side'da piyasa kirasi 2.680 dolarken dengelenmis kira
1.205 dolar. (e)
Kirası denetlenen
konutlarda yaşamak için bir gelir üst limiti var ama bu oldukça yüksek.
Manhattan’da ortalama gelir 2012’de 100.000 dolardı, kira denetimi için üst
limit ise 175.000 dolar (*f). Yani şansı yaver giden zengin bir bankacı da bu
konutlardan birine denk gelebilir...
Sistem bu yüzden eleştiriliyor olsa da eldeki veriler konutların
çoğunlukla uzun yıllardır aynı mahallede yaşayan düşük-orta gelirli yaşlılar ve
azınlıklar tarafından kullanıldığını gösteriyor: Manhattan’daki kirası
dengelenen konutların yarısından fazlasında siyahlar yaşıyor
-denetlenmeyenlerde bu oran %27 (*e)- ayrıca konutların neredeyse dörtte
birinde emekliler kalıyor.
Kiraları denetleyen
kurulda bir başkan, iki kiracı temsilcisi, iki mal sahibi temsilcisi, iki de
'halk temsilcisi' var. Süresi tamamlanan kurul üyelerini belediye başkanı
atıyor, Bloomberg yıllarında bu kurul kiraları sürekli artırma yönünde karar
aldı. Yıllık kirası 2 bin 500 doları geçen daireler otomatik olarak denetimden
çıkıyor, dolayısıyla kurul her kira artışı kararı verdiğinde daha çok daire
sistemden çıkıyor. 80’lerden beri denetlenen daire sayısında %15’lik düşüş
yaşanmış. New York’un yeni seçilen Demokrat belediye başkanı Bill de Blasio,
düşük gelir gruplarının konut sıkıntısını seçim kampanyasının odağına
yerleştirmişti ve denetime tabi kira stokunu artıracağını vaat etti. Blasio
kurulun kira artışını bir yıllığına dondurmasını savunuyor - bu 44 yıldır
olmayan bir şey! En son 2013’te kurul bir senelik kontratlarda kira artışını %4
olarak belirlemişti.
Binanı kendin yenile, kiracını da
koru!
Amerika’da hem eski
binaların sağlıklı ve yaşanılabilir hale getirilmesi, hem de ucuz kiralık daire
stokunu koruyabilmek için örnek alınabilecek bir uygulama var (Multi-Family
Improvement Programs). Washington D.C. ve Maine gibi eyaletlerde uygulanıyor.
Çok sayıda ailenin yaşadığı, sağlıklılaştırılması gereken binaların yenilenmesi
için düşük faizli veya faizsiz (Örneğin Maine’de 20 sene vadeli, maksimum 15
bin dolarlık) kredi sağlanıyor. Bu kapsamda lüks hiçbir harcama yapılamıyor,
binanın ısı yalıtımı, imar yönetmeliğine uygun hale getirilmesi (bizde bu
güçlendirme olabilir örneğin, veya Tarlabaşı gibi tarihi binaların bulunduğu
yerlerde restorasyon) için kullanılabiliyor. Bunun karşılığında beş sene
boyunca binadaki daireler kira denetimine tabi tutuluyor, yalnızca bölgedeki
ortanca gelirin en fazla %80’i kadar kazanan - yani düşük gelirli - ailelere
kiralanabiliyor. (g)
Latin Amerika
Kentsel kamu
politikası, toplumsal adalet ve yurttaşlık tahayyülünü yeniden bir araya
getirmeyi amaçlayan halk hareketleri ve toplumcu belediye başkanları son
zamanlarda Latin Amerika’da sayısız değişime imza atıyor. Kolombiya’nın Bogota
şehrinin eski belediye başkanının Japonların sekiz şeritli 35 kilometrelik
otoyol önerisini reddederek yayalar ve bisikletliler için tasarlanan Juan
Amarillo Yeşilyolu’nu yaptırması bunlara ilk örnek. Yoksul mahalleler ile kent
merkezini birbirine bağlayan bu yeşil aks boyunca nitelikli kamusal alanlar
yaratılırken, otoyol bütçesinden artan para ile 50 yeni okul, 3 kütüphane ve
toplum merkezleri inşa edildi. Gecekonduların merkeze ulaşımını kolaylaştıran
teleferik, yürüyen merdiven ve metrobüs hatları inşa edildi ve en
önemlilerinden biri olarak da doğrudan demokrasiyi mümkün kılan katılımcı bütçe
uygulaması başlatıldı.
Dominik
Cumhuriyeti’nin başkenti Santo Domingo’da 2000’lerin başında kurulan sivil
toplum kuruluşları ve uluslararası ağlarla mahalleler arası ilişkiler
kuvvetlendiriliyor, Alternatif Şehir Platformu kuruluyor ve kolektif bir
çalışma ile kent ve kır toprağına erişimi düzenlemek ve hukuki güvenceye
kavuşturmak için bir yasa teklifi hazırlayıp ulusal bir kampanya organize
ediliyor. Konut hakkı, sıfır tahliye ve kent hakkı tartışmalarını politikaya
dönüştürmeyi amaçlayan oluşumlar bu tartışmaları kamusal taleplere
dönüştürüyor.
Brezilya’nın Porto
Alegre kentinde başlayan katılımcı bütçe çalışmaları kent hakkının hayata
geçirilmesinde önemli rol oynamış ve başta Latin Amerika ülkelerinde olmak
üzere birçok yerel yönetime örnek oldu. Vatandaşların temel ihtiyaçları bu
yolla karşılanırken, kararlara doğrudan katılım saylanırken temsili
demokrasinin eksikleri giderildi.
Venezüella’nın
başkenti Caracas’ta ise kent toprağı komiteleri ile anayasal değişiklikler
yapıldı; gecekondu alanları yasal güvenceye alındı ve kent toprağı düzenlendi.
Son 10 yılda 500binden fazla konut güvence altına alındı. Kiracılar ve evsiz
gençlerin kentin atıl kalmış alanlarını ve boş binalarını işgal ederek oralarda
yaşamaya başlamaları ilk olarak devrim içinde devrim olarak görülse de,
deneyimlenen karar alma mekanizması ile neoliberal demokrasi krizi aşılmış,
demokrasinin mekanla bağı kurulmuştur.
İpotek Mağdurları Platformu (PAH)
2009 yılında Barcelona'da kurulan İpotek Mağdurları
Platformu (PAH) önceleri mahalle ve kent mücadelesinden gelen bir avuç insandan
oluşuyordu. Üstelik hiçbirinin ipotekli evi yoktu, zira bankalarla mortgage
kredisi ilişkisine girmeyi siyaseten doğru bulmuyorlardı. Ancak aslında kredi genişlemesine dayanan emlak spekülasyonundan
oluşan “İspanya Modeli”nin çöktüğünü ve insanların çığ gibi yerinden
edileceğini öngörüyorlardı. Nitekim krizin keskinleştiği 2008 yılını takip eden
üç senede sırf Katalonya'da yaklaşık 50 bin aile kredi borçlarını ödeyemediği
için tahliye tehlikesi ile yüzleşti.
PAH bir sene boyunca ipotekli insanlara ve ailelere derdini
tam anlatamadı. Mücadelede ilk eşiğin
atlandığı an kendilerinden yardım isteyen bir mağdurun evini kuşatarak,
borçlunun bankaca tahliye edilmesini engellemek oldu. Bu eylemin videosunun
yayılmasından sonra PAH'ın haftalık buluşmalarına yüzlerce mağdur katılmaya
başladı.
2011'deki Öfkeliler ayaklanması ile PAH'ın gerek meşruiyeti
gerekse hacmi çığ gibi büyüdü. Ayaklanmanın da büyük katkısıyla İspanya'da 160
kadar PAH merkezi açıldı.
Hukuki danışmanlık dışında, meşru ancak hukukun
sınırındaki-dışındaki eylemleri geniş kitlelerce benimsendi. Artık sadece
tahliyeleri durduramıyorlar. Yeri geldiğinde bankaların atıl bıraktığı binaları
işgal ederek buraları sosyal merkez haline getiriyorlar. Dahası emlak
spekülasyonun ve oynak kredi anlaşmalarının baş sorumluları olan yerel banka
(CAİXA) ofislerini işgal edip, o bankaya borçlu insanların borçları konusunda
pazarlık yapıyorlar. Böylece ailelerin büyük çoğunluğunun borçları siliniyor,
gelirlerinin yüzde 30'unu aşmayan kiralarla konutlarda kalmaya devam ediyorlar.
Öfkeliler ayaklanmasının da tetiklemesiyle büyüyen PAH,
İspanya'da 500 bin imza toplandığı takdirde Kongre'ye yasa teklifi sunma
hakkını veren yasadan da faydalanarak hazırladığı bir imza teklifini
parlamentoya taşıdı. Yasa adına milyonlarca kişi sokağa döküldü. Yasa ilkin
evine ipotek gelen ailelerin borçlarının silinmesini (zira mevcut yasaya göre
evinize el konsa bile yüklü bir faiz borçu yükümlülüğünüz devam ediyor) talep ediyor.
İkinci talep tüm tahliyelerin durdurulması. Üçüncüsü ise bankalara aktarılan
sermayenin sosyal konut amaçlı kullanılması ve insanların gelirlerinin makul
bir miktarı ile mülkiyet ilişkisine girmeden barınma hakkına sahip olmaları.
PAH ilk kurulduğunda ipotek mağduru aileleri savunmak hedefi
vardı. Şimdi geldiğimiz durumda ise konut politikasına etki edecek kadar
genişlemiş bir perspektif ve güçlenmiş bir hareketten bahsetmemiz mümkün. Tıpkı
İndignados (öfkeliler) ayaklanmasının PAH gibi bir hareketi yükselttiği gibi
Gezi direnişi de mücadele pratiklerimizde bir sıçrayışa yol açtı. Buna bazı
örnekler; park forumları, işgal evleri, Kazova işgal fabrikası örnekleri.
Bu yüzden temsili demokrasinin sınırlarının giderek daha
fazla idrak edildiği bir dönemde ve yerel seçimlerin yaklaştığı bu günlerde,
kentlerde, yerelde verilen mücadelelerin ve kazanımların yakın tarihine
bakmakta fayda olduğunu düşünüyoruz. Bu, bir anlamda bir başlangıç. Bir
anlamada ise çeşitli alanlarda
örgütlenmiş ve uzun zamandır mücadele veren toplumsal hareketlerin aslında
ismini koymadan hatlarını ortaya çıkardıkları bir (parti olmayan) programın
ilkelerini şekillendirmek açısından da faydalı.
Bir mahalledeki insanların kurduğu
daha sonra yayılan bir hareket mi PAH yoksa daha örgütlü bir hareketin kurduğu
bir hareket miydi?
2007’de İspanya’da emlak krizi
patladığında, Türkiye’den biraz farklı orada daha büyük bir krizdi. 3,5 milyon
boş ev vardı o sırada ve 3 milyon aile de ev sorunuyla yüzleşiyordu. İkincisi
her şey borçlanma üzerinden yürüyordu. Türkiye’de ev kredileri 70-80 milyarı
yeni aştı, orada trilyonlarla ifade edilen bir pazardı. PAH’ın ilk
kurucularının hiç biri ipotek sorunu olan insanlar değil. İpoteğe ve ev almaya
karşılar zaten. Kamunun bu işi sosyal biçimde çözmesi gerektiğini düşünüyorlar.
Kriz başladığında, evler satılamıyor, borçlar ödenemiyor ve zincirleme bir
şekilde büyüyecek kriz diyorlar. İlk kurulduğunda 15-20 kişiler. Hepsi de sol
mahalle hareketlerinden geliyor. Bir iki sene çok kimse dinlemiyor. 2009’a
kadar. Ekonomi böyle gitmez ev üzerinden gitmez, borçlarınız oynak yarın
artacak bu borçlar diyorlardı. Angaje sol küçük bir grup tarafından başlatılmış
ama krizden sonra büyümüş bir hareket. Büyüme doğrudan eylemlerden çıkıyor. İlk
eylemleri bir banliyöde birisi bu grubu arıyor. Benim evim boşaltılıyor, nereye
gideceğim belli değil. PAH’da biz bu süreyi uzatırız zaman kazanırız diyor.
30-40 kişi adamın evine gidiyorlar. Banka görevlisini kovalıyorlar ve
dolayısıyla evden çıkartılmıyor adam. Birkaç ay erteleniyor. Bunu duyunca başka
insanlar katılıyor. Birden toplantılarda 100- 200 kişi olmaya başlıyorlar. Bu
toplantılara katılanlar sıradan ipoteği olan kişiler. Önemli olan bir şey var
iki ipoteği olana destek olmuyorlar. Emlak spekülasyonu için ev sahibi olan
kişilere yardım etmiyorlar. İspanya’da emeklilik çok kötü, emekli kesim alıyor
ikinci evini. Hiçbir zaman emekli olmayacak çok insan var. Tek evi olana yardım
ederiz, geri kalan da internet sitemizde hukuksal belgeler var onlar da oradan
yararlanabilir diyorlar. 2010’larda yükseliyor ve evlerin boşaltılmasını
engelleyerek. 15M hareketiyle birlikte de bütün ülkeye yayılıyor. 2 milyon imza
toplayabiliyorlar mesela iki haftada. İspanya’da bir yasa var 500.000 imza
toplayarak siyasi parti olmasan da yasal teklifi verebiliyorsun kongreye.
Hareket sürekli biçim değiştiriyor. Önce küçük bir grup sonra mağdur aileler.
Sonra mağdur aileler barınma haktır, pazarda yer alamaz demeye başlıyor orta
sınıf İspanyollar. Bu ispanya için önemli bir şey çünkü 1950’lerden beri
mülkiyet kutsal bir şey olarak desteklenmiş bir şey. Hareketin de safhaları var
İlk safha eylemci küçük grup, sonra borçluların katılımı. Borçlular da
değişiyor bu arada. 10-15 tane işgal evi var ispanya’da bu eski işgal
evlerinden değil, bankaların el koyduğu evleri “obra social” sosyal sorumluluk
projesi diyerek alay ediyorlar. Oraları işgal ediyorlar buraları sosyal merkez
vs. gibi kullanıyorlar. Bir de banka işgal ediyorlar. Diyorlar ki bu kişinin
geliri şu kadar evine el koymuşsun. Piyasada da satamıyorsun, söylediğin
rakamlar uçuk. Ayrıca evine el koyulan kişi borcunun geri kalanını ödemek
zorunda. Evi gitmiş daha hala borç ödüyor. Bankayı işgal ediyorlar, memurlar
falan kaçmak zorunda kalıyor. küçük bir banka şubesini 500- 1000 kişi işgal
ediyorlar. Yetkili arıyorlar bir iki gün sürüyor o. Yetkiliyle görüşünce evin
borç durumu, borç silinecek, gelir belli en fazla %30 verilebilir diye.
10binlerce sorunu çözdüler aslında. Yasa tasarısı da diyor ki bankalara yardım
etmeyin, batacak bankalar batsın, bankalara vereceğiniz para sosyal konuta
gitsin. Bu sosyal konut da mülkiyet üzerinden gitmesin, gelirlerin %10-15i gibi
bir şeye denk gelen bir ücret alınabilir. Tartışmalar var, 28 sene ile sonsuz
kullanım hakkı arasında değişen. 28 sende bir değerlendirelim o evde yaşacak mı
gibi.
2011’den sonra da öfkeliler
hareketiyle genişledi. 160 tane kasam ve şehirde var. Siyaset mi diye
sorduğunda; İspanya’da siyaset farklı bir şey. Soruyorum partilerle çalışıyor
musunuz diye? Partilerle çalışmayız diyorlar. Çünkü orada sosyalist partisi çok
kötü durumda ve %2, %3 oy alan doğru düzgün bir sol parti falan da yok. O da
bir sorun yaratıyor tabi. Bir parti üyesi olabilirsin ama o kimlikle PAH
toplantısına gelemiyor. Sonra da benim kafamda şöyle bir sorun çıkıyor. Barınmayla
ilgilenen bir hak örgütüne takılmış oluyorlar. Bir yerden sonra o sorun
çözüldüğü zaman örgütü lav mı edeceksin? Neye çevireceksin? Onu da sordum ama
biz partileri sevmiyoruz diyorlar o kadar.
Bence de burada emek başka bir
sorun vs.
İspanya’da bölgesel mi? Katalan
bölgelerde var. Mortgage krizinin çok olduğu yerlerde daha kuvvetli.
Endülüs’te, Madrid’de var ama Katalonya’da başlıyor. Çünkü Katalonya’da barınma
örgütleri çok kuvvetli, en çok en çok ipotekli evin olduğu en çok emlak
spekülasyonunun olduğu yer. İkisi bir araya gelince oradan başlıyor. Ama statik
sadece barınma hakkı olarak da değerlendirilecek bir şey değil çünkü normalde
sadece ev koruma üzerine kurulmuşken şimdi yasa tasarısında barınma hakkını,
sosyal konutu da söylemeye başlamış. Sosyal konut deyince sosyal su, sosyal
belediyecilik olmuyor mu denebilir. Buradan gelişebilir ama şu anda çok yoğun
olduklarından belki de sadece konutla ilgileniyorlar. Daha programlı bir
siyaset yok ama değişebilir.
Biraz Gezi gibi yönlenmiş sanki
siyasi bir şey yok ama sorun üzerinden örgütleniyor.
Bildiğimiz anlamda örgütlü bir
siyasi yapı tarafından ortaya çıkmamış, toplumsal hareketler dediğimiz bir
örgütlülük. Başlangıç açısından benziyor Gezi’ye.
Bizim aldığımız örneklerin
peksinin sorunları var, tek başına ele almamak lazım. Çokça eleştirilmesi
gereken bir yanı var. Bir de zaten hepsi devrimi yapmamış henüz. Kapitalist
sistem içerisinde yürümekte olan örnekler. Önemli olan bir modeli ortaya
koyması. Birbiriyle olan ilişkilerini de düşünmek lazım. Diğer örneklere de
geçelim ve onlar üzerinden de düşünelim. Çeşitli alanlarda çalışma yapan farklı
modeller var, bunların entegrasyonunu sağlayabilir miyiz? Bütünlüklü sorusu var
ortada.
Bir de çözüm de olmaya da bilir.
Bir araya getirsen de nihai sonuca varamayabilirsin. Kesin cevapları yok o
yüzden bu tartışmanın.
Pah örneği gezi sonrasında
yaşanabilme olasılığı olan, bezer bir ayaklanma sonrasında güçlenen bir yapı.
Barınma- MOİ Kooperatifi (Kiracılar ve İşgalciler
Hareketi)
Arjantin'de 1977-1983 cunta rejiminin yıkılmasına yakın,
1970'lerde Uruguay'da başlayan özyönetim deneyimlerinden etkilenen MOİ
(Kiracılar ve İşgalciler Hareketi) kurulur. Amaç cuntanın şehir merkezinden
dışarı sürüklediği ve evsiz kalan yaklaşık 200 bin emekçinin tekrar işgal ettiği
merkezdeki evleri koordine etmektir. MOİ işgal edilen-geri alınan evleri uzun
yıllardır kimi zaman devletin ve kimi zaman da mülk sahiplerinin tahliye
girişimlerine karşı destekliyor, çeşitli işgal evleri arasında örgütleyici bir
ağ işlevi görüyor. Örgütlenme ufuklarının özeti ise “işgal evleri deneyimi
üzerine kurulu özyönetime ve kolektif mülkiyete dayalı toplumsal konut ve çevre
üretmek”.
1994'teki anayasal düzenleme ile Buenos Aires bölgesi
otonomiye dönüşüyor, arından 1996 yılında
haklar bakımından ilerici bir anayasaya sahip oluyor. Böylece MOİ ve
diğer örgütler pratikteki özyönetim deneyimlerini hukuki altyapıya tercüme etme
fırsatı buluyor. Aynı yıllarda MOİ ekonomik ve örgütsel yapısı güçlendirmek
için muhalif sendika konfederasyonu CTA'ya katılıyor. 2000 yılındaki büyük
krizin gölgesinde Kent Meclisi'nden geçen 341 nolu özyönetim yasası ve onu
takip eden iki yasa ile Konut Enstitüsü (IVC) kuruluyor. Enstitünün görevi
özyönetim örgütlerine hukuksal, finansal ve teknik destek vermek.
MOi’nin yaptığı önemli işlerden
birisi El Molino kooperatifi. MOI 2003 yılında bu durumdan faydalanarak “El
Molino”yu almak için kredi başvurusunda bulunuyor. El Molino (değirmen) kent
merkezinde yer alan, soylulaştırmanın adım adım üstüne doğru geldiği, orta-alt sınıf
ve tarihi Constitucion mahallesindeki bir un fabrikası. MOİ'nin örgütlediği El
Molino ise bir kooperatifler ağı. Bünyesinde inşaat, konut ve teknik idare
kooperatifleri bulunuyor. An itibarı ile atölye, kütüphane ve kreş de içeren
100 konutluk yaşam alanı inşaatı devam ediyor.
Konut kooperatifine önce en zor
durumdaki ailelerden başlayarak üye alınıyor. Aileler, inşaat sırasında işgal
evlerinde yaşayarak öz örgütlenmenin her safhasını deneyimleme ve içselleştirme
fırsatı buluyor. Projede mutfağın nerede olacağından estetik düzenlemelere
kadar yaşam alanı ile ilgili tüm kararlar müşterek alınıyor.
Afetlere karşı
alınacak önemler
Validebağ Gönüllüleri Mahalle
Deprem Çalışması Röportajı
Validebağ gönüllülerinin 1999
yılında yaşanan deprem sonrasında yürüttükleri deprem çalışması afete karşı
önlem hazırlık konusunda önemli bir örnek olduğundan Gönüllülerle yaptığımız
söyleşiyi paylaşmayı uygun bulduk.
Günlük
hayatta mahallenin dertleri neyse her şeyle uğraşmaya çalıştık
Validebağ gönüllüleriyle İstanbul'un
Anadolu Yakasında yer alan Validebağ Korusunun korunması için mücadele eden bir
yatay örgütlenme. 1999 depremi olduğunda 3. gün durumun büyüklüğünün farkına
vardık. Bizim mahalleden 10 kişi bir araya geldik iki ekip halinde
Değirmendere'ye gittik. Felaket bir manzarayla karşılaştık. Aynı şey bizim de
başımıza gelebilir diye düşündük ve örgütsüz bir toplumun deprem veya başka bir
felaketle karşılaştığında zayiatının çok daha fazla olacağını fark ettik.
Değirmendere'de şöyle bir şey
gördük; kamyon geliyor gıda yardımı için kamyonun önün kesiyorlar yağmalayıp
gönderiyorlar. 10 kilometre sonraki gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaşmıyor gelen
yardım. Ama düzgün bir örgütlenme olsa nerede kaç tane neye ihtiyaç var bunu
belirlersin, ona göre dağıtırsın. Ciddi bir İstanbul depreminde, Gebze'den
Tekirdağ'a kadar olan bölgeye nasıl yiyecek gelecek? Döndükten sonra bunu
tartıştık. Bizim mahallede de 20.000 insan yaşıyor. Mahallede ne yapacağını
bilen 50 tane insan olsa iyi bir örgütlenmeyle eşit bir dağılım olabilir. Yoksa
açlıktan kırılır insanlar, koleradan gider.
Depremle ilgili çalışmayı
kafamıza koyduktan sonra Kandilliye gittik. Çok uğraştığımız için Kandilli
bizim mahalleyi eğitim için pilot bölge seçti. Kandilli de böyle bir proje
yoktu o zamana kadar. Bizi sivil savunmaya gönderdiler. Sivil savunmanın
yaptığı sadece nükleer savaşta ne yapılacağına dair şeylerdi. Deprem gibi
afetler sırasında, hatta trafik kazasında ne yapılacağına dair hiçbir şey
yoktu. Bildikleri de bir binaya saldırı olduğu zaman binanın en üst katından
insanlar aşağıya nasıl indirilir falan.
Daha sonra Kocaeli'nde Güney
mahallesiyle irtibatlandık. Bayağı zayiat vermiş bir yer. Onlar buraya gelmeye
biz oraya gitmeye başladık. Buraya geldiklerinde deprem tatbikatı yaptık
beraber. Tatbikat şöyleydi; Muhtarlıkta toplandık 30-40 kişi. Bir tane
yazıcımız oluyor, ihtiyaç listesi yapıyor. Bir tane sevk ve idare görevlisi
oluyor. Nerede neye ihtiyaç var o belirleniyor. Koordinasyon merkezi gibi bir
şey oluşturuluyor. Temsili olarak deprem olmuş gibi davranıp şurada üç yaralı
var şunu götürelim gibi bir tatbikat yaptık. Kandilliden bize eğitici
gönderdiler. Biz muhtarlıkta insanları toplayıp eğitim aldık. 40 kişi vardı
toplantıda. ABC eğitimi diye bir eğitimdi. Kandillinin gönderdiği eğitmenlerin
bazı bilgilerinin yanlış olduğunu tartıştık onlarla. Değirmendere'ye
gittiğimizde gördüklerimize uygun olmadığını gördük. Mesela kolonun altına
saklan diyorlardı. Oysa kolonlar yıkıldı, ezdi insanları. Kolon sağlam değil
ki. Marmara depreminden sonra deprem bilgileri değişti.
Daha sonra İstanbul itfaiyesiyle
ilişkimiz oldu. Yangın durumu için. Çünkü o sırada 12 Kasım depremi oldu.
Depremi duyduktan 20 dakika sonra 5 kişilik ekiple yola çıktık. Kaynaşlı’da tüp
satan bayide yangın çıkmış nasıl olmuşsa. Tüpler patlıyor inanılmaz biçimde.
Ama o kadar garip ki bir tüp patlıyor yarım saat sonra bir tane daha patlıyor.
Sonra üçü birden patlıyor öyle bir yangın. Sabahın 4'üne kadar patladı. Bunu
görünce yangına ilişkin de bir eğitim almaya karar verdik.
Kaynaşlı’da Gece nasıl soğuk -2,
-3 derece. Adam binanın altında kalmış, canlı bile olsa soğuktan ölür. Bir
kişiyi kurtardık oradan. Kaynaşlı lisesinin hademesiydi. Elimizde küçücük
hiltilerle saatler sürüyor betonu delmek. Sabaha doğru İstanbul'dan Ankara'dan
insanlar gelmeye başladı ama ne yapacaklarını bilmiyorlar. Bakınıyorlar,
ortalıkta dolanıyorlar. Nasıl davranacaklarını ilseler yardım da edecekler.
Sonra Güney Mahallesi'nin afete
karşı önemler eğitimi aldığını öğrendik MAG (Mahalle Afet Gönüllüleri) diye bir
kuruluştan. 2004 yılında İsviçre hükümeti ayda 500 bin Euro vererek afet
eğitimi projesine başlamış. Her mahalleden 50 kişiyi deprem, afet ve
felaketlerde nasıl davranıldığına dair bir eğitimden geçiriyorlar. Yılan ve
akrep sokması, kalp krizi, trafik kazası dahil nasıl davranılacağı da dahil ilk
yardım, deprem öncesi hazırlık, deprem anında ne yapmak gerekir, deprem sonrası
ne yapmak gerekir diye dört başı mamur bir ders veriliyor. Onlardan Barbaros
Mahallesi ve Altunizade Mahallesi'nde 50'şer kişi eğitim aldık. İsviçre
hükümeti bir konteynır veriyordu. İçinde 50 kişi için çelik burunlu ayakkabıdan
kaska kadar kişisel malzemeler var. Onun dışında iki jeneratör bir hilti, demir
kesme aletleri, aydınlatma aletleri gibi. Mahalledeki örgütlenme biçimi 50
kişi, 10'ar kişilik gruplar halinde örgütleniyor. Konteynırın temizliği ve
bakımı onlara ait. Mesela 10 tane telsiz var. O telsizlerin pillerinin hazır
olması lazım. Ayda bir ekip 10 kişi gelip jeneratörü dışarı çıkarıp
çalıştırıyor, havalandırıyor. Pilleri şarj ediyor. Haydarpaşa lisesinin
bahçesine yerleştirdik konteynırı. Herkesin kolay ulaşabileceği, bir bina
yıkıldığında altında kalmayacağı bir yeri seçmeye çalıştık. Sonra değişen
bilgileri yenilemek için eğitimin tekrarı yapılıyor.
O 50 kişiyi seçerken gönüllü çok
olmadı. Muhtar emir demiri keser deyip kapıcıları görevlendirdi. İnsanlar
kapıcıya söyleyin o gitsin depremle ilgili eğitim alsın dedi. Hem çöpünü
dökecek hem canlarını kurtaracak. Biz kendi aramızda şöyle metotlar da
geliştirdik. Diyelim ki gece 3'de oldu deprem. Herkesin yatak odasının nerede
olduğunu biliyorduk. Önce onların kurtarılması önemli çünkü onlar biliyor
kurtarma işlerini. Böylece kurtarabilecek insan sayısı arttırıyorsun. Zaten
temel eğitimde öğrendiğimiz şeylerden birisi şu; birine yardım etmek isterken
önlem alacaksın ki kendini tehlikeye atmayacaksın. Sonradan yardım edilecek
duruma düşmemen gerekiyor. Kendini sağlama almadan yardım etmeyeceksin.
Onun dışında pilot sokak olarak
Erzurum sitesinde bir sokağı seçtik. Bütün apartmanları gezdik, durumu
anlattık. Bu işe gönüllü 3-4 arkadaş vardı orada. Onlar da sıkı tuttu işi.
Erzurum sitesinde mahalleliye ilkyardım eğitimi verdirdik. Bir araba garajını
afet sonrası için gıda vb. malzemenin depolandığı bir yer yaptık. Bu depolanan
gıdanın son kullanma tarihine yaklaşınca evlere dağıtıyorduk yerine para
toplayıp yenisini alıyorduk. 3-4 sene bunu yaptık.
Bu ekipten 4-5 arkadaş eğitici
sertifikasını aldı hatta 4-5 şirkete ilkyardım, afet öncesi, afet sırası ve
afet sonrası eğitimi de verdik. Onlardan bir kısmını itfaiyeye de götürdük.
Daha sonra İstanbul depremi
bugün yarın olacak gibi konuşmalardan bezdi insanlar. Biraz da yoruldular.
Eğitimi alanlar da toplantılara gelmemeye başladı. Biz mahalle afetçilerini
mahallenin başka sorunlarıyla da ilgilenen bir örgütmüş havasına büründürmek
istedik ama bunda da başarılı olamadık. Son iki senedir konteynır da
temizlenmiyor. Şu anda bir deprem olsa anında örgütlenemeye bilir o insanlar
ama depremden sonra bile bir araya gelseler önemli bir işlevi olur bu ekibin
tabi.
2009'da İsviçre hükümeti bu
projeyi STGM'ye aktardı. İzmir'de MAGDER diye bir dernek kuruldu. Orada afet
örgütlenmesi içinde olan 13 mahalle kendi arasında birleşip dernek oldu. Sosyal
anlamda güzel de şeyler yapıyorlardı.
İstanbul'da da Anadolu yakası ve Avrupa yakası bir MAGDER'leri kuruldu.
Validebağ
gönüllüleri şöyle ortaya çıktı; 1997
yılında başladık. Bu işin ilk örgütlenmesinde muhtarla bir kaç görüşme yaptık
mahalledeki komşularımızı tanımıyoruz ilişkimiz yok diye. Muhtarlıkta çarşamba
günleri çay içip sohbet etmeye başladık benzer kaygıları olan insanlarla.
Derken Altunizade Koruluğuna (Validebağ korusunun karşısında, aynı ekosisteme
sahip bir koruluk) Marmara Üniversitesi'nin bina yapmaya karar verdiğini
duyduk. Korkut Özal'a yap işlet devret modeliyle bir iş merkezi
yaptıracaklarmış. Onun üzerine harekete geçtik, belediyeden imar planlarını
bulduk. İtirazlarımız yaptık. Sonra baz istasyonlarını duyduk, ona karşı
mücadele başladı. Sonra da kaldırımlara park edilmesi konu oldu bu sefer
“kaldırımlar bizimdir” mücadelesi başladı. Bir elektrik direği hikayesi de var.
Elektrik direklerinin bir metre kadar yükseklikte sigortaları var. Onların da
metal kapakları var. bu kapaklar çalınıyor. Gençler yaz akşamları elektrik
direklerinin çevresinde oturuyor muhabbet ediyor. Direğe yaslandığında tam
elinin geldiği yerde kalıyor burası. İki genç öldü öyle bizim tespit
edebildiğimiz. O yüzden kaymakamlıkta falan çok toplantı yaptık. Ya insan
boyunun ulaşamayacağı yerde ya da yerde yapın diye. Epey uğraştık. Bir ara
minibüs fiyatlarının indirilmesi için ulaşım toplantılarına katıldık. Bir ara
Üsküdar Belediyesi 400 kat arttırdı emlak vergilerini. Bizim maaşlarımız
yerinde duruyor. Emlak vergisi için de sadece muhtarlar itiraz edip dava
açabiliyor. Biz muhtarla açtığımız davaları kazandık. Bir basın toplantısı
yaptık bir deklarasyon hazırladık. 53 mahallenin 45 muhtarı mührünü bastı ve
imzaladı. Günlük hayatta mahallenin dertleri neyse her şeyle uğraşmaya
çalıştık. Dergi çıkardık. 23. sayımızı çıkardık. Bir şey olunca hemen haberini
yapıp dergi sayısı çıkartıyorduk. 10.000
kişiye dağıtıyorduk mahallede.
Bizim örgütlenme biçimimizde ast
üst ilişkisi yok. Eşit komşuluk ilişkisi içerisinde hareket ediliyor. Önce
inisiyatif olarak kaldık. Sonra para sorununu nedeniyle ve devletle ilişkiler
nedeniyle bir dernek kurduk. Ama kurar kurmaz da yok ettik işleyişte. Tüzel
kişilik olacak devletle muhatap olacak ama mahalle ilişkisinde o yönetimin söz
hakkı ve sahipliliği yoktu. Perşembe toplantılarında ne kararlar alınırsa
dernek onu uygulayacak. Diyelim ki dava açılması gerekiyor hemen gidecek dava
dilekçesi verecek. Bunu yapmıyorum ters geliyor, inisiyatif saçma karar almış
diyorsa hemen istifa edecek, yerine başkası gelecek. Esas inisiyatifin kararlar
geçerli. Para hikayesinde de AB'den projeyle bir para aldık. Ondan önce
toplantıya gelenlerden para toplayarak falan toparlıyorduk. Ama dava açılması
için zorlanarak toparlıyorduk. AB fonu projede yer alan bazı çalışanlar oluyor
onlara para veriliyor. Biz bu paraların hepsini derneğe bağış olarak verdirdik.
Hala bir kısım paramız var oradan kalan. Bir sürü mücadeleden geçerek Validabağ
gönüllüleri oldu. Bu işleri yaparken 1999'da deprem olunca depremin ne olduğunu
anlamış olduk.
Kültür
varlıklarının korunması
Küba: Havana Kent Tarihi Ofisi
1938 yılında Havana’nın kültürel mirasını korumak amacıyla
kurulan Havana Tarih Ofisi 1993 yılında çıkarılan özel bir yasa ile doğrudan
devlet başkanına bağlı, mali özerkliğe sahip bir kurum olarak Havana’nın tarihi
kent merkezinin fiziksel ve sosyal dokusuyla birlikte iyileştirilmesi ile
görevlendirilmiş güçlü bir kurum haline geliyor.
Bu yasayla birlikte (No.143) ofis restorasyonlar için vergi
gelirinden ayrılan parayla kendi bütçesini oluşturup yönetebilen bir kurum haline
geldi. Ayrıca bu bütçe ile ofis adına mal edinip, kendi gelir kaynağını
yaratabilme yetkisine de sahip. İyeleştirilecek bölgeleri sosyal yapısıyla bir
bütün olarak ele alıyor. Bünyesinde restorasyonları değerlendirmek üzere uzman
mimarlardan bir kurul da bulunan ofis aynı zamanda müzelerin yönetiminden de
sorumlu. Ofis, tüm Havana’nın kültürel mirasının korunmasından sorumlu ama
Havana kent merkezi için ilaveten bir de bu alanın yönetimi yetkisine sahip.
1995 yılında ise ofisin çalışma alanı olan tarihi kent merkezi, özel öneme
sahip turizm bölgesi? ilan ediliyor.
Mali ayrıcalıklara örnek vermek gerekirse, Ofis kendi turizm
şirketini kurmuş. Restore ettiği binaların bir kısmını otel yapıp, buralardan
sağladığı geliri restorasyon çalışmalarında kullanmak üzere kendi kasasında
biriktiriyor. Ofisin Gayrimenkul ve güvenlik şirketleri de var. Bu şirketler
sadece ofis için gelir değil aynı zamanda tarihi kent merkezinde ciddi bir
istihdam imkanı da yaratıyor.
Yasa, ofisin kent merkezinde fiziksel olarak gerçekleştirdiği
iyileştirmeyi sosyal Alana yansıtmasını zorunlu kılıyor. Bu nedenle Ofis
çalıştığı bölgelerde, emekliler, çocuklar, bedensel engellilere yönelik yapılar
da oluşturuyor; çeşitli kültürel etkinlikler düzenliyor.
Havana Kent Tarihi Ofisi eski müdürü kent tarihçisi Eusebio
Leal Spengler koruma söz konusu olduğunda kültürel miraslarının kolonyal
olmasına bakılmaksızın korumaya öncelik verdiklerinin altını çiziyor.
Ofis, Küba toplumunun koruma üzerine bilinç kazanmasını ise
restore edilen binaların içine açtıkları ilkokul sınıfları yani çocuklar
aracılığıyla sağlamaya çalışıyor.
Havana Kent Tarihi Ofisi korumayı sadece fiziksel değil
sosyal boyutuyla ele alsa da, kentteki konut sorunu yerinde korumayı
gerçekleştirebilmek adına ciddi bir engel oluşturuyor. Örneğin okyanus
kıyısındaki Malecon. Burada Spengler’in aktardığına göre ofisin kimseyi
yerinden etmek gibi bir derdi yok, ama dört ailenin yaşayabileceği konutlarda
yirmi aile yaşıyor. Bu durumda hem konutların iyileştirilebilmesi hem de
ailelerin yaşam koşullarının yükseltilmesi için alternatifler geliştirmek
gerekiyor.
Mısır: Kahire, Darb El – Ahmar Mahallesi
Bu örnek Kahire’nin tarihsel merkezindeki bir mahallenin
koruma mevzuatından çok kira kontrol sisteminin sağladığı olanaklardan dolayı
toplumsal yapısıyla birlikte korunmuş olması nedeniyle farklılık gösteriyor.
Çünkü, Mısır’da Nasır döneminden beri devam eden kira kontrol sistemine göre
bir kiracı eve yerleşince orada iki kuşak kalabiliyor ve bina yıkılmadıkça
evden çıkartılamıyor. Dolayısıyla, burada yapılacak iyileştirme projelerinde
sadece ev sahipleri değil, kiracılar da dikkate alınmak zorunda kalınıyor.
Nitekim, Ağahan Vakfı? da Darb el-Ahmar mahallesinde
gerçekleştirdiği projeyi mahallede yaşayanların yaşam koşullarının iyileştirilmesi
üzerinden tasarlıyor. Vakıf, masrafların bir kısmını kiracılar ve ev sahipleri
ile paylaşıyor. Ancak, restore edilecek binalar konusunda seçmeci bir yaklaşım
sergileyerek, estetik değeri ile öne çıkan binalara öncelik tanıyıp mahalle
içerisinde turistik bir güzergah oluşturacak düzenlemeler de yapıyor.
Mahalledeki mobilya, ayakkabı atölyeleri gibi küçük
işletmelerin varlığını sürdürebilmesi ve teşvik için mikro kredi programları
hazırlanıyor. Ayrıca, restorasyon projesini mahalleli için bir istihdam kaynağını
dönüştürerek, yapıların onarımında çalışmak üzere tessisatçılık,
elektirikçilik, marangozluk vb. eğitim programları açtı.
Bu örneğin bizce olumlu yanı kira kontrol sisteminin de
etkisiyle tarihi çevreyi sadece fiziki yapısı ile değil içinde yaşayanlar ve
soyut kültürel mirası ile korumaya odaklanmış olması. Ancak bu olumluluk,
korumaya ilişkin iyi bir modelden kaynaklanmıyor. Bunu sağlayan şey kiracılara
verilmiş olan haklar.
Fransa: Malroux Yasası (No. 62-903)
Fransa’nın kentsel sit alanlarının korunmasına ilişkin
olarak 1962 yılında yürülüğe giren Malroux Yasası da, tarihi kent merkezlerinin
iyileştirilmesini barınma sorunu ile birlikte ele alması nedeniyle örnek olarak
aldığımız modellerden biri.
Yasanın barınma sorununa koruma üzerinden getirdiği çözüm,
tarihi kent dokusundaki yıpranmış, terk edilmiş konutların devlet desteği ile
iyileştirilerek yeniden konut olarak kazandırılması şeklinde olmuş. Konutların
iyileştirilmesi dışında tarihi kent dokusunun sokaklarıyla, meydanlarıyla
tümden iyileştirilmesine de vesile olunmuş. Bir başka deyişle, terk edilmiş
ıssızlaşmış tarihi kent dokusu bulunan bölgeler Malraux Yasası sayesinde
yeniden canlanmış. Malraux Yasası, ele alınan konutlarda ikamet edenlerin
onarım sonrasında da bu konutlarda yaşayabilmelerini sağlayacak düzenlemeler
içermekte.
Yasa kapsamındaki uygulamalarının fonlanması ise 1976
yılında eklenen bir mali modelle kolaylaştırıldı. Bu modele göre, koruma planı
içerisinde evleri onarılacak olanların masrafları gelir vergisinden 5 yıla yayılarak
kesilebiliyor. Ancak, bunun karşılığında onarım sonrasında evlerin en az 9 yıl
kiraya verilmesi şartı koşuluyor. Böylece, kiracılık üzerinden konut açığı
giderilmeye çalışılıyor. Restorasyon masraflarının vergiden düşülebilmesi için
ayrıca; teknik uygulamaların proje ve keşife birebir uygun olması, birim
fiyatların kabul edilebilir olması gibi teknik şartlar da aranmakta.
Restorasyonu yapacak firmanın valilikçe tanınmış bir yeterlilik belgesi olması
da önemli şartlardan biri.
Konut eğer restorasyon öncesi kiraya verilmiş ise
restorasyon sonrası aynı kiracının önceliği bulunuyor; restorasyon sonrasındaki
kira artışı da yetkililerce belirlenen makul oranlarda gerçekleşiyor.
Onarımlar sırasında oluşan ekonomik hareketlilikten kar
sağlayan tüm taraflardan (restorasyon şirketi, inşaat şirketi vb.) vergi
alınarak diğer binaların onarılması için bir fon oluşturuluyor. L’ANAH genel
müdür yardımcısı Michel POLGE ile İsmet OKYAY’ın 1993 yılında yaptığı
söyleşiden aktarılana göre, bu vergiler sayesinde devlet restorasyon masrafının
%80’ini karşılayabiliyor. %20’lik bir açığı ise göze alıyor.
Bu model sadece konut ve konut+iş yeri binalar için geçerli.
Böylece geleneksel konut mimarisinin özgün işlevi ile birlikte korunabilmesi ve
de barınma ihtiyacının bu binalarla karşılanabilmesi için de finansal teşvik
sağlanmış oluyor.
Yasanın uygulanmasında merkezi yönetim, belediyeler ve
ilgili halkın istişaresi önemli bir yer tutmakta. 1975 yılında hazırlanan NORA-
EVANO raporu ve BARRE raporu da bu bağlamda önemli. Fransa’da çağın
gerekliliklerini karşılayamayan konutların tespiti için hazırlanan her iki
raporda konutların yaşam koşullarının iyileştirilebilmesi için kamu-sivil
örgütlenme eksenli modeller öneriliyor. Bu raporlar doğtulrusunda, koruma
alanında etkin görevler üstlenen özerk, yarı özerk kurumlar kurulmuş durumda.
•
FRANSA
BİNA MİMARLARI – ABF (Architects des Batiments de France)
Kentsel
kültürel mirasın korunması konusunda çalışan yarı özerk bir kurum.
İşlevleri:
Sit alanlarında inşaat ruhsatlarını ve arazi kullanımı ile ilgili kararları
onaylamak. Tarihi anıtların bakımı, restorasyonu, uygulama sürecini denetlemek.
•
Çevre
İyileştirilmesine Yönelik Ulusal Ajans (ANAH- L’AGENCE NATIONAL DE L’AME
LIORATION DE L’HABITAT)
Geleneksel
konutların iyileştirilmesinden sorumlu bir kamu kurumu.
İdari Yapı: Devlet temsilcileri, kiracı dernekleri
temsilcileri, kiraya verilen konutların mülk sahipleri, iyileştirilme konusunda
uzman dernek temsilcileri seçimle katılıyor. Tamamen özerk.
İşlevleri: 1975 yılından önce inşa edilmiş kirada olan yapıların
iyileştirilmesi. Onarımın %25-80’ni karşılıyor. Kiradaki artıştan %3,5
kesintiyi alarak fon oluşturuyor.
•
Çevre
İyileştirlmesine Yönelik Programlı Çalışma –OPAH (L’ OPERATION PROGRAMMEE
D’AMELIORATION DE L’ HABITAT)
Konut koşullarının
iyileştirilmesi, çevre düzeni ve donatı açısından kamusal mekanların
iyileştirilmesi. Mülk sahipleri,
belediye, valilik ve ANAH (Çevre İyileştirilmesine Yönelik Ulusal Ajans)
arasında yapılan sözleşme sonucunda iyileştirme projelerini gerçekleştiriyor.
•
Çevrenin
Korunması, İyileştirilmesi, Restorasyonu ve Dönüşmesi, PACT-ARİM ( Protection Amélioration Conservation
et Transformation de l’Habitat)
Tarihi kent
dokusunun iyileştirilmesinde koordinasyonu üstleniyor.
Küçük inşaat firmaları, kooperatifler vb. kuruluşların bir
araya gelmesiyle oluşuyor. Proje yapmak, yönlendirmek, denetlemek, koordinasyon
sağlamak, bilgi ve teknik yardım sağlamak, restorasyon ve onarım çalışmalarını
üstlenmek.
Kooperatif
örnekleri
Mondragon
Cüssesi ile kooperatifler konfederasyonu
Mondragon en öne çıkan örneklerdendir. Halihazırda İspanya'nın en büyük 7
şirketi arasında yer alan ve bünyesinde 80 bin kişiyi istihdam eden Mondragon
sadece beyaz eşya, mobilya, metal endüstrisi, inşaat, mimari gibi alanlarda
üretim yapıyor. Ayrıca etik bankacılık, perakende ve bilişim alanında da
faaliyet gösteriyor. Bask bölgesinde üretim yapıyor. Mondragon tipik bir "kapitalist sistem içi" kooperatif
federasyonu 1986 yılında AB süreci ile başlayan sanayisizleşme sırasında
emekçilerin şartlarının bozulmamasında büyük payı var. Maaşlar arasındaki azami fark 5 kat. Buna da
ender rastlanıyor. Maaş farkları ve birim yöneticileri her sene tekrarlanan ve
tüm üyelerin katıldığı oylamalarla belirleniyor. 2007 krizinden sonra hemen hiç
kimse işini kaybetmedi. Federasyon küçük işletmelere, sosyal konut gibi
projelere destek sağlıyor. Sembolik açıdan kuruluş noktası Mondragon kentinde
evsizlik sorunun bertaraf edilmesi. Ancak artık değer ilişkisine girdiği ölçüde
İspanya dışından ucuz işgücü sömürüyor, büyük finansal kuruluşlarla iktisadi
ilişkiler kuruyor.
Bu örneğin kritik olan noktası
şöyle bir şey: Türkiye’de kooperatif küçük tüketim, inşaat ve tarımsal üretim
kooperatifleri var. Ama Büyük örnekler yok. (Tar-iş, Fiskobirlik ????)
Mondragon örneği ise ne kadar büyük bir ölçeğe varabileceğini gösteriyor. Tabi
şunu da gösteriyor: kooperatif dediğimiz şey de bir şirket sonuçta ve bu örnek
de kapitalist bir şirket aslında. Sadece ilkeleri bağlamında bir kooperatif
işleyişi var.
Bu konu çok tartışmalı tabi.
Kooperatifçilik tek başına kaldığında çok reformist bir şey. Hangi kooperatif
yasasına tabi olduğuna bağlı biraz da. Ağ mı oluşturuyor? Mesela Kanada’nın en
büyük şirketlerden biri bir bankacılık kooperatifi özel sigorta da yapan. Fakat
şu biliniyor; kapitalist bir kriz zamanında kooperatiflerin hatta kanla
olasılığı daha fazla. Şirketler tekelleşirken kooperatifler ayakta kalıyorlar.
Bir de Mondragon bile demokratik bir yapı. Tek bir kooperatif değil
kooperatifler ağı. Buzdolabı da yapan kooperatif var, tarım da var. Hepsinin
yönetim kadrosu oylamayla seçiliyor. Dolayısıyla herkesin bir oyu var. Büyük
şirketlerin CİO’su hem yüzde alır, hem büyük maaş alır hem de spekülatif
hareketlere girer, riskli işlere girer. Çin’den tahvil alır mesela. Burada öyle
bir şey yok. Kapitalist de olsa kendi içerisinde bir seçim sistemi olduğu için
bir nebze krizden daha az etkileniyor. İkincisi maaş aralıkları
tartışılabiliyor o seçimlerde. Genelde 3 maaş kademesi oluyor. Bir giriş/
stajyer maaşı, kooperatif ilkelerini uyguladığın ortaya çıkınca ikinci seviye,
bir de tecrübelilerin maaşı gibi. Bazı kooperatiflerde ise maaş farkı
reddediliyor. Burada bir de ölçek farkı var. 20 kişilik bir kooperatif ile
80.000 kişilik arasında fark oluyor. Bir de şirket o kadar büyüdüğü zaman,
Mondragon sadece etik bankacılık yapan bankalardan değil, diğer bankalardan da
kredi alabiliyor. Brezilya ucuz işçi çalıştıran yerlerden de ürün/ hammadde
alabiliyor. O büyüklükte gideceksen çaren kalmıyor. Sıradan büyük kapitalist
şirketten farklı ama küçük koopera5rtif ağlarının bir araya gelmesinden de
farklı bir örnek bu. 40 senelik bir kooperatif. Ama Bask’ta krizden sonra
işsizliğin çok armasını engelleyen etmenlerden birisi de kooperatifçilik.
Xarxa
D'economia Solidària (İktisadi Dayanışma Ağı) ve ECOS
Yine de kooperatifçiliğin bir
anti-kapitalist evrim sürecine yönelmesi de mümkün. Barcelona'da yer alan Xarxa
D'economia Solidària (İktisadi Dayanışma Ağı) ve ECOS gibi kooperatif
oluşumları yaşlı bakımevlerinden, tasarıma, çocuk kitaplarından sosyal konut
üretimine, tarım ürünlerinden ağır sanayiye kadar çeşitli alanlarda faaliyet
gösterirken, aynı zamanda kendi aralarında ayni ağlar kurmaya çalışarak,
alternatif para birimleri deneyerek kapitalist ilişkiler ağına karşı da
hamleler yapıyor.
Mondragon’dan farkı, daha yatay,
şirketleşmiş bir ağ değil. Kendi içinde alternatif bir ekonomiyi de deneyen bir
ağ. Daha yeni bir deneyim.
Bunlar daha küçük kooperatifler ve
büyümemeyi de bir strateji olarak seçmiş, küçük kooperatiflerin çoğalması
üzerine çalışıyorlar. Çalışanların paylaştığı adil bir ücretten sonra eğer
gelir elde edilmişse, diğer küçük kooperatiflerin desteklenmesi için
kullanılıyor. İdealleri şu; 15 Mayıs 2030 (bir de kitabı var) bu
kooperatifçilik ağlarını ve tarzını geliştirerek Pazar ekonomisini küçültülmek
hedefi var Katalonya için. Şu anda Sembolik düzeyde de olsa birbirlerine ayni
ürün, para destek veriyorlar. Bir de paraları var ECOS coins dedikleri.
Spekülasyona yol açmayacak, bir değer karşılaştırması yapılacak bir para birimi
var. Barları var mesela acoslarla bira içiyorsun. Fakat o alternatif parayı
bilmiyorum. Bir yerden sonra kooperatif ağlarında kullanılması büyüklükten de
gerek duyulan bir şey haline geliyor. Sembolik olarak da olsa kullanım
değerinin değişim değerine dönüştüğü ama sembolik olduğu bir şey deniyorlar.
Sadece üyelerine bile satış yapsa
ihtiyaca yönelik bir alım mıdır? Onun da karşılaştırılması yapılmalı. Bir de
ihtiyaç denen şey de değişiyor. Onu da görüyordur kim nasıl tüketiyor gibi.
Yönetim: Cordoba su yönetimi
Dünyada şiddetli bir özelleştirme
furyası da suyun özelleştirilmesi üzerine yaşanıyor. Büyük ekolojik tahribatlara yol açan bu
süreç, aynı zamanda fiyatlarda büyük bir artışa neden oluyor, su döngüsü ve
suyun niteliği hızla bozuyor. Misal, su özelleştirmeleri sonrasında
İngiltere'de fiyatlar 9 senede yüzde 46 artmış. Özelleştirmelerin negatif
etkilerinden dolayı dünyanın en büyük su şirketlerinden Suez ve Veolia'nın
merkezi olan Paris, 2009 yılında su hizmetlerinde yeniden kamulaştırmaya gitti.
Kamusal hizmetlerinin nasıl
yönetilebileceğine dair bir örnek bu. İspanya'nın su açısından zengin olmayan
Endülüs otonom bölgesinin yaklaşık 350 bin nüfuslu Cordoba kenti 1969'dan beri
başarılı bir kamu yönetimiyle nitelikli suyu, çok ucuza, çalışanlarına adil bir
ücret ve iş güvencesi vererek ve eko-sistemi tamir ederek sağlıyor. EMASCA adlı
kamu şirketinin yönettiği Cordoba su hizmetinin bu niteliklerinin sebebi
hikmeti yönetim modeli. EMASCA'nın su komisyonunda oy oranlarına bakılmaksızın
belediye meclisindeki üç partiden ikişer temsilci, iki sendika temsilcisi, bir
de mahalle dernekleri birliği temsilcisi yer alıyor. Ayrıca toplantılara
herkes, dilediği zaman katılma, yazılı ve sözlü öneri verme hakkına sahip.
EMASCA ve belediye memurları ve teknisyenleri toplantılara katılsa da karar
oylamalarında yer alamıyorlar. Bu nedenle Cordoba, 1995 yılında Endülüs’te
yaşanan büyük kuraklık sırasında kesintiye gitmeyen tek belediye olarak tarihe
geçti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder